Söz&Kalem Dergisi - Fatima Geşgin
İsmine yaşam dediğimiz bu hengamede her gün irili ufaklı, sayısız sıkıntılarla karşılaşırız. Toplum olarak zihin dünyalarımız farklılık arz etse de hayatımızı idame ettirdiğimiz dünya bir. Bundan mütevellit özellikle son zamanlarda hepimizin gündeminde aynı şeyler var; deprem, kuraklık, sel... Yani birilerinin deyimiyle ‘felaketler sarmalı’. Yıkımlar, kayıplar, yokluklar ve buna mukabil sarılmaya çalışılan yaralar. Herkes bu felaketin etkisinden nasıl kurtulacağını ekranlarda konuşup, köşesinde yazar. Yapıların sağlamlığı, izlenecek yol tavsiyeleri, afetzede kardeşlerimizin ihtiyaçları ve ensar olunabilme çabaları...
Bu yoğun gündemin arasında takvime bakmayı unutuyor gibiyiz ya da cesaret edemiyoruzdur belki de. Ama pek mühim bir zaman dilimini kaçırıp daha da ehem olanına yelken açtığımızı konuşmanın zamanı geldi de geçiyor bile. Böylesi kargaşa da sadece bir dakikalığına durup başımızı kaldırıp takvime baktığımızda, yaralarımızı saracak devanın ayağımıza geldiğini fark etmemiz pek de zamanımızı almayacaktır.
Evet, Ramazan ayından bahsediyorum. Maddi acılarımıza deva aradığımız bugünlerde ruhumuza sağlamlığı, aklımıza tefekkür yolunu, bedenimize dinlenme payını ve kalbimize borcumuz olan sekineti bize hiç karşılıksız armağan eden Mâh-ı Şifa Ramazan’dan. Her sene, Kudüslülerin caddelerini fenerlerle aydınlatarak gelişini bütün cihana hatırlattıkları Ramazan ayından. Ben, Ramazan coşkusunu en iyi Kudüs’ten öğrendim. Ramazan’ı; işgale, sınırlamalara, baskılara, yok sayılmalara, hemen her gün yaşanan kayıplara ve Ramazan ayında mu’tad olarak artan bombardımana rağmen on bir aydan sonra coşkuyla karşılayan Kudüs’ten. Mescidi Aksa’ya çıkan bütün yolların kandillerle aydınlatılması, özel tatlıların ve şerbetlerin hazırlanması ve en önemlisi de insanların sadırlarında büyüttüğü umutların gözbebeklerinde parıldayan bir hayat ışığı olması. Bu büyülü atmosferi soluyanların gelecek Ramazan’ı iple çektiği bir Kudüs Ramazan’ı.
Peki bizler ne yaparsak kalbimize bir Kudüs Ramazan’ı yaşatabiliriz? İbadet- irşad- infak üçlüsüyle harmanlanmış bir imsak, öyle zannediyorum ki bize bir Kudüs iftarı getirecektir. Bütün dertlerimizi, acziyetimizi fazlasıyla idrak ettiğimiz bu günlerde Kadir-i Mutlak olana yönelterek heybemizdeki kulluk bilinciyle taatte bulunmak, adetleri dahi amellere çevirecek halis niyetlerle ibadete yönelmek dünyayla işgal edilmiş kalbimize azatlık mührünü vuracaktır. Gönlümüzde yer edinen hakikatleri hayatımıza bir irşad rehberi kılarak, baktığımız her şeyde sanat-ı ilahiyeyi idrak etmek bütün sıkıntılarımıza ‘her zorluktan sonra bir kolaylık vardır’ vaadiyle sabrımızı şekillendirecek ve bizi daha ağır psikolojik bunalımlara sürüklemekten kurtaracaktır.
Kendi nefsimizde yeniden ihya ettiğimiz mümin kimliğimiz, kardeşlerimize de yardım etme duygularımızı hareket ettirecek ve isar bilincini kaim tutacaktır. Sadece madde ile sınırlı kalmayan ‘infak’ olgusu ‘kimin elinden hayra ve güzelliğe dair ne gelirse’ şuurunu yayma çabasını getirecektir. Şairin ‘yürü kardeşim, ayaklarına bir Kudüs gücü gelsin’ kavlinde ki gücü, bütün dert ve yokluklara rağmen gülümseyip ayağa kalkmak olduğunu bir de Ramazan nazarıyla ele almak belki de çok şey değiştirecektir. Öyleyse haydi hep beraber niyet edelim Ramazanımıza bir tutam da Kudüs eklemeye.
İlahi!
Kudüs’e baharın rayihasını getiren Ramazan, dünyayla işgal edilmiş ruhlarımıza ve afetle dağılmış insanımıza da baharı getirsin.
Vesselam…