Müslüman idareciler nerede ise her çağda âlim zatlara pek kıymet vermiş, onlardan çeşitli vesilelerle nasihat talep etmişlerdir. Nasihatlerine her zaman uymasalar da büsbütün kulak ardı etmemişlerdir. Müslüman âlimler de sözlerini esirgememiş, bazen nasihat ederek bazen de sultanları kimsenin cesaret edemeyeceği bir üslupla eleştirerek hakkı ve adaleti savunmuşlardır. Nihayette birçok medeniyette göremeyeceğimiz şekilde yönetime dâhil olmuşlardır. Müslüman bir halifenin zamanında anlatılan bu hikâye bunun güzel bir örneğidir.
Halifenin sarayı o gün her zamankinden daha hareketliydi. Bunun sebebi şehre gelen kervandı. Kervan bir ticaret kervanıydı. Fakat kervanda Halifenin baba dostu olan bir âlim de kervanla beraber şehre gelmişti. Yıllardır saraya uğramamış, ilim ve irfan aşkıyla diyar diyar dolaşmıştı. Misafirler gece ağırlanmış, sabah halifenin huzuruna çıkmışlardı. Derin bir muhabbetin içinde halife âlim zata:
- Ben genç bir delikanlıyken seni babamla ne zaman bir arada görsem, yaşın ondan epeyce küçük olmasına rağmen ona nasihat ederdin. Adaletin piri Hz. Ömer bile hep nasihat talep ederken bu kul kim olur ki nasihat dilenmez. Bana öğüt ver! Dedi. O da şöyle dedi:
- Ey müminlerin emiri! Ben şimdi sana pek çok nasihatte bulunabilirim. Fakat akıllı adama bir misal yeter. Sana bir misal vereyim eğer hisse almak istersen o sana yeter de artar. Bu şehirden yıllar önce ayrıldığımdan beri ilim için pek bir yere seyahatlerde bulundum. Geçen sene de Çin’e yolculuk etmiştim. Orada bir müddet kaldım. Oranın kralı kulağından rahatsızlandı ve sağır oldu. Zari zari ağlamaya başladı. Ona:
- Hükümdarımız, siz bizi duymazsanız da tasalanmayın! Emrinizde bunca insan var. Biz sizin için bir değil bin tane işiten kulak oluruz, dediler. Hükümdar:
- Ben başıma gelen bu felaketten dolayı ağlamıyorum. Fakat kapının önüne gelip de bağıran ve benim duymadığından dolayı kendilerine de izin verilmeyen mazlumların adına ağlıyorum, dedi. Bundan sonra bu şehirde biri zulme uğradığında padişaha gitsem bile beni duymayacak der, diye ağlarım. Hem de bir zalim, zaten padişah bu zulmü duymaz diye zulmünde daha da azar diye ağlarım. Kendi kendine günlerce düşündü ve şöyle dedi:
“Kulağım sağır olduysa gözüm de kör olmadı ya!” Yanına bir tellal çağırdı.
Bir sabah uyandığımızda tellallar her tarafta padişahın fermanını duyuruyorlardı. Padişahın,
“kırmızı elbise giymeyi bütün ülkede yasakladığını” haber veriyorlardı. Halife şaşkınlıkla:
-Kırmızı elbiseyi neden yasaklamış?
-Efendim, biz de sizin gibi meraklanıp onların dilini bilen kişilere sorduk:
-Zulme uğrayanlardan başka hiç kimse kırmızı elbise giymeyecekmiş ki kral, mazlumu arada herhangi bir yaver/kapıcı girmeden görebilsin. O günden sonra bu Kral geçkin yaşına rağmen kırmızı elbise görmek için arz kapısına bir file binerek gidiyor, mazlumları görerek dertlerini dinliyordu. Ta ki o kapıda hiç bir mazlum kalmayana kadar o filden inmiyordu.
Ey müminlerin emiri! Bu adam Allah'a şirk koşan bir müşriktir. Onun müşriklere şefkat ve merhameti bu derecedir. Sen ise Allah'a inanan ve Hz. Peygamberin getirdiği hak dine talip bir kimsesin. Müminlere şefkatin nasıl onunkine galip gelmez.
Söz&Kalem | Meryem Varol