Söz&Kalem Dergisi - Zeynep Meva Okur
Bazı kalpler dakikada 60 bazısı 70 bazıları da 80 kez çarpar. En az 60 olmalı ve en fazla 100 olmalı, öyle öğrendik fakülte sıralarında. 100’ü aştı mı taşikardi deriz buna. Kişinin kalbi hızla çarpmaya başlar, kiminde süreklilik arz eder bu durum kiminde ise arada ayyuka çıkar. Arada ayyuka çıkan taşikardiye bizim de ihtiyacımız var, kalbimizin en derinden sanki bizi bırakıp da gidecekmişçesine, bize değil de bambaşka birine aitmiş gibi atmasına ihtiyacımız var. Hızlı çarparsa onun varlığını ve kıymetini anlarız belki. Kulak kesilmesek dahi duyabileceğiz kalbimizin sesini.
Aslında kalp ritimlerin, anatominin, fizyolojinin dışında da bir organ. Tasavvuf ehlinin, hal ehlinin odaklandığı bir organ. O hastalanınca tüm azalarımız hastalanırmış, o düzelirse bizler de düzelirmişiz. Tane tane çıkarken güzel peygamberin her sözcüğü, bal kadar tatlı iken her sözü, öyle hıfzetmiş gökteki yıldızlar. Öyle aktarmış ulema. Ortaokul sıralarında öğrendik biz de bu hadisi. Çeyrek asrı doldurmayan ömrümüz de hala bu hadis üzerine titremektedir. Tasavvuf erbabının hasta kalp, mutmain kalp kavramları üzerinde durulur. Kalbe aşinalığımız da kardiyovasküler sistemle değil, bu hadisle başladı.
“Allah Teâlâ sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize değer verir” bu da âşinâ olduğumuz başka bir hadis. Aynı zamanda bizim için de bir ölçü noktasını meydana getiriyor. Çünkü varlığı sonsuz ve zorunlu olanın baktığı yer bizim de baktığımız, bakmamız gereken yer olmalı. Bu ölçü niceliği değil niteliği, kabuğu değil özü, maddeyi değil manayı, şekle indirgenmiş ameli değil, samimi niyeti öncelemekte ve bunu önemsemektedir. Siretin, sûretê muteber olduğuna da bir delildir aslında. Kalbin ameli her şeyin üzerinde. Kalbi tanımak, bilmek, “akıldan” çıkarmamak da görev listemizde. İman ve amel paralelliğinde ortadaki kocaman boşluğu dolduran, içi doldukça coşan, coştukça Allah’a olan yakınlığı artan vücuttaki mübarek belde. Bakmayı bilene, sevmeyi bilene en konuksever yer…
Kalpten maksat, ‘sanevbari’ yani çam kozalığı gibi bir et parçası değildir elbette. Bahsettiğimiz kalp, “ekser envaın bir çeşit muhtasar fihristesi, şecere-i kâinatın bir manevi çekirdeği ve ekser esmâ-i ilâhiyenin incecik bir aynası.” Şehadet ve gayb âlemi ile irtibatlı ilahi bir cevher. İman, marifet ve muhabbetin odak noktası. “Ma’kes’i vahy ve mazhar-ı ilhamdır.” Kalbin batını iman, marifet ve muhabbet için varken kalbin zahiri durumu yani sanevbari hali ise sair şeyler için müheyyadır. Budur bizim için kalp, budur bizim için asıl gerçeklik. .
Göğüs kafesinizin içinde çok güzel bir şey var arkadaşlar. Onu temiz tutun, onu koruyun ve ona iyi bakın. Gerektiği zaman cilalayın, korkmayın kalbiniz incinmez bu durumdan, sizin bir şeyler yapmanız aksine hoşuna gider, alametifarikanızın. Onu tüm nefsani ve şeytani tuzaklardan korumaya çalışın.
Allah’tan selîm bir kalp isteyin.
Ve sizler ona Allah ile mutmain olmayı öğretin.
Kalbimizi dualarla da dolduralım. İncecik bir sallantıda ve dahi tüm sallantılarda değişime uğramasın diye.
Mesela Cevşenü’l- Kêbir’in 12. Ukdesinde yer alan duayla yapalım dualarımızı, öyle de bitirelim bu yazıyı.
-Ey kalpleri kendi tasarrufunda dilediği gibi halden hale çeviren Mukallibü’l- Kulûb!
- Ey mü’minlerin kalplerini her türlü kötülükten temizleyip îmân ve Kur’ân nuru ile süsleyen Müzeyyinü’l-Kulûb!
- Ey kalpleri güzel hasletler ve îmân nuruyla aydınlatan Münevviru’l-Kulûb!
- Ey günahlar ve kötü hasletlerle yaralanan kalpleri tedavi eden Tabîbü’l- Kulûb!
-Ey kalblerin gerçek sevgilisi ve îmânlı kalplerdeki nihayetsiz sevgilerin asıl sahibi olan Habîbü’l-Kulûb!
-Ey türlü musibetlere ma’ruz ve dertlere müptela olmuş kalplere, varlığıyla huzur veren Enîsü’l-Kulûb!
Sen her türlü noksanlıktan münezzehsin. Senden başka ilah yoktur. El-emân, el-emân! Senin yüce dergâhına sığınıyor, senden emân diliyoruz! Bizi cehennem ateşinden halâs eyle!
Âmin.