Söz&Kalem Dergisi - Elif Yağar Aslan
Minibüsün en arka koltuğunda oturmuştu genç adam. Uzun ve yorucu bir gün geçirmişti. Okula gitmiş, ardından arkadaşlarıyla biraz zaman geçirmiş ve şimdide evine dönüyordu. Bugün ki yolculuğu ona fazlasıyla sıkıcı geliyordu; çünkü telefonun şarjı bitmişti. Ve kulağında kulaklık olmadan yaptığı nadir yolculuklardan biriydi. İneceği yer evine biraz uzaktı. Genç ineceği yere geldiğinde ‘Kaptan inecek var.’ diye seslendi.
Yavaş adımlarla yürürken etrafın ne kadar ıssız olduğunu düşündü. Bu yoldan daha önce geçtiğinde de bu kadar sessiz miydi diye düşünmeye başladı. Gayri ihtiyari sağını, solunu ve arkasını gözetleyerek yürümeye devam etti. Sağ tarafta büyük bir mezarlık vardı. Yolun neredeyse yarısını bu mezarlığın yanından geçerek tamamlaması gerekiyordu. Adımlarını hızlandırdı fakat gözü sağındaki mezarlığa kayıyor ve içini bir ürperti kaplıyordu. Neredeyse koşarak yürüyordu.
‘Bu yol bu gün neden bu kadar uzadı, her akşam yürüdüğüm yol birkaç şarkı dinlemeden biterdi.’ diye mırıldanıyordu.
Derken genç adam nasıl olduğunu anlamadan birkaç saniye içinde kendini derin bir çukurun içinde buldu. Düşmenin verdiği şaşkınlıkla etrafa bakıyordu.
‘Bir bu eksikti. Nasıl çıkacağım şimdi buradan?’ diye sitem ederek ayağa kalktı. Fakat düşündüğünden de zor olacaktı buradan çıkmak, zira gencin boyunu epeyce aşıyordu çukurun derinliği. Hiç vakit kaybetmeden tırmanmaya çalıştı ama çukurun içi ıslaktı, bu yüzden elleri kayıyordu. Kaldırım taşlarına uzanmak için birkaç kez zıplamayı denedi fakat hem eli yetişmiyor hem de çukurun dibinde su olduğu için yeterince zıplayamıyordu. Bir an durdu, biraz düşünüp tekrar deneyecekti.
‘Hangi aklı başında insan kaldırıma böylesi derin bir çukur açıp üstünü açık bırakır ki anlamıyorum.’ dedi hayıflanarak. Etrafa göz gezdirmeye başladı. Neredeyse iki buçuk metre derinliğinde ve bir metre genişliğinde bir çukurdu. Ne için açılmış olduğunu belli edecek hiçbir belirti yoktu. Yerdeki suyun içinde biraz büyükçe bir taş vardı, birde onun üzerine çıkıp tırmanmayı denedi ama nafile yine olmadı.
Genç adam yavaş yavaş korkmaya başlamıştı çünkü her ne kadar düşünmek istemese de birkaç metre ilerisinde kendiyle aynı hizada bir sürü mezar vardı. Bir anda ‘Kimse yok mu, yardım edin.’ diye bağırmaya başladı. Kimsenin olmadığını aslında kendisi de biliyordu zira bu yol gündüzleri bile kimsenin kullanmadığı bir yoldu. Bir an elini telefonuna attı, sonra şarjının olmadığını hatırladı.
Genç adam yaşadığı bu şehirde öğrenciydi, okuldan iki arkadaşıyla aynı evde kalıyordu. Ucuz olması adına şehrin kuytu bir mahallesini tercih etmişlerdi. ‘Adam gibi arkadaşların olsaydı yokluğunu fark eder, ardına düşer gelir seni bulurlardı.’ diyerek söylenmeye başladı. Zira arkadaşları genç adam üç gün eve gitmese keşke dördüncü günde gelmese diyecek kadar bencil ve çıkarcıydılar. ‘Suç onlarda değil ki suç onlarla arkadaşlık eden bende.’
Kızdığı şey düştüğü çukur ya da arkadaşları değildi. O aslında kendine kızıyordu. İnsan mezardan ya da ölümden korkar mıydı hiç? Buradan çıkacağına dair umudunu yitirmiş gibi suyun içinde ki taşa oturdu. Başını iki elinin arasına aldı. Korkuyordu. Evet, ölümden korkuyordu. Bir gün gerçekten gideceği son yer böyle bir çukur olduğunda ne yapacaktı. Evet, korkuyordu ama korktuğu şey mezar değildi. Korktuğu şey veremeyeceği hesabıydı.
Birinin öldüğünü duymak çok sıradandı onun için, falanca ölmüş. Birkaç dakikalık düşünme, sonra hemen unutma. Süregelen bir olaydı. Dedesinin ölümü onu biraz etkilemişti ama onu da kısa bir sürede unutmuştu. Peki ama bir gün kendisi omuzlarda taşınan olup insanların hayatında ölümüyle sadece beş dakikalık yer kapladığında ne olacaktı? Aklına bu şehre geldiği ilk zamanlar gelmişti. Zihni ne kadar da berraktı. Neden diye sordu kendine. ‘Neden değiştim? Kim için? Ne elde ettim?’ peşi sıra sordu soruları.
Sessizliğin bir sesi vardı sanki bu gece. Ona bir şeyler fısıldıyordu. Genç adam aslında her şeyin bilincindeydi ama bir perde çekilmişti sanki kalbine. Üşümeye başlamıştı, üzerindeki cekete biraz daha sarıldı. Belki de bu sadece korkunun verdiği bir ürpertiydi.’ İnsanın mezardaki ilk gecesi buna mı benzer?’ diye düşündü. Acı bir tebessümle ‘Bu kadar yalnız ama bu kadar sakin geçmeyecektir.’ dedi.
Etraf o kadar karanlıktı ki çukurun içinde ki hiçbir şeyi görmüyordu. Ayakları suyun içinde titriyordu. Artık sadece sabah olmasını bekliyordu. Bu gece düşünmeye epey bir vakti olmuştu. Hazırlıksız yakalandığı bu çukura elbet bir gün tekrar girecekti ama bu defa hazırlıklı olmalıydı. Çünkü ikinci kez düşeceği o çukurdan tekrar çıkmak imkansızdı. Omuzlarda geldiği yolu bir çukurun dibinde bitirecek ve orada hiçbir destekçi bulamayacaktı.
Gencin tüm hayatı bir film şeridi gibi geçmişti gözünün önünden. Doğrusuyla yanlışıyla hepsi kendi tercihiydi. Kimseyi suçlayamazdı elbet. Çukurun dibinde saatler adeta gün olmuştu. Sahi kaç saattir buradaydı. Gün henüz aymamıştı ama o zifiri karanlık kırılmıştı artık. Genç adam gece boyu yeni kararlar almıştı. Bu doğan güneşle yeni hayatının ilk günü başlayacaktı. Buradan çıktığında ne yapacağını düşünürken mezarlığın öbür tarafındaki camiden ezan sesi gelmeye başlamıştı. Genç ezan sesini duyunca hem ürpermiş hem heyecanlanmıştı. Tüm gece aklından çıkmayan tek bir şey vardı, birkaç metre ilerde mezarlıkta yatan insanlar. Kendini onların yerine koymuştu durmadan, belki de buydu onu derinden etkileyen.
Saatler geçmiş, etraf aydınlanmış ve çukuru daha net görebilmişti. Karanlıkta göremediği üzerinde oturduğu taşa benzer birkaç taş daha vardı çukurda. Halbuki epeyce aramıştı elleriyle nasıl fark edememişti. Taşları üst üste koydu ve üzerine çıktı. İlk denemede ulaşamadı kaldırım taşlarına. İki ve üç derken sonunda tutunabilmişti. Birkaç hamle sonunda çıkmıştı çukurdan. Aşağı baktığında epey derin olduğunu fark etti. Tekrar mezarlığa baktı ve arkasını dönüp yoluna devam etti. Artık idealleri vardı, yerine getirilmesi gereken birçok söz vermişti kendine.
Hızlıca eve girdi, kirli kıyafetlerinden kurtuldu. Bir sırt çantasına birkaç eşya doldurdu ve evden tekrar çıktı. Yeni bir yola giriyordu; eski, bencil ve kendisini hatırlamayan arkadaşlarıyla yürüyemezdi. Aklında bin bir planla yürüyordu.
Minibüse binmek için tekrar mezarlık yoluna girdi. Buradan geçeli daha bir saat kadar ancak olmuştu. Tekrar o çukurun yanından geçmeyi bekliyordu. Belki de bir minnet edasıyla tekrar bakmak istiyordu. Çukurun olduğunu düşündüğü yere geldi fakat bu nasıl olabilir. Böyle bir çukur yoktu, hatta izi bile yoktu…