Söz&Kalem Dergisi - Müzeyyen Sena Titiz
En sevgiliye, sevgilinin diliyle hamdolsun. Hani vazifenin ağırlığının çöktüğü, yakın akrabalarını davet ettiği ve ilk aşikar yaptığı hamd ile...
“Hamd yalnız Allah’a mahsustur. Ben de Ona hamdederim. Yardımı ancak Ondan isterim. Ona inanır, Ona dayanırım. Şeksiz şüphesiz bilmekle beraber size de bildiririm ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. O birdir, eşi ve ortağı yoktur.”¹
Sana gelince efendim (sallallahu aleyhi vesellem), Âlemlerin rabbine senin lisanınla hamd ettim; peki kimin diliyle seni medh-u sena edeyim? Hangi adem seni kemaliyle övebilmiş ki ben de övebileyim. Hangi kalem titremeden seni yazmış da ben yazabileyim. Hangi selâm sana layık gelir, hangi kelime en güzel örnekliğini ifade edebilir? Hiç bir cümle yoktur ki konu sen olunca devrik olmuş olmasın. Hiçbir hatip yoktur ki seni anlatırken kekeme konuşmuş olmasın. Hiç bir kelam yoktur ki seni noksan betimlemiş olmasın. İlla kelamullah. İlla kitabullah. İlla azze ve celle. Öyleyse peygamberim, sana en sevgilinin diliyle selâm olsun. Sana, “Muhammed-ûn Resûlullah”² ayet-i celilesi ile selam olsun. Allah’ın kulu ve elçisi olduğunu kabul eden kâinatın tüm zerrelerince sana selam olsun. İlk vahiy sonrası seni selamlayan ağaç ve nebatların heyecanıyla sana selâm olsun. Kainat yaratıldığı günden kıyamete değin sana senalar, selamlar ve hürmetler olsun.
Ey iman edenler haydi hep beraber sallu aleyh!³
Kalemim henüz seni yazabilecek kudrette değil, sözlerim senin sıfatlarını sıralayabilecek kuvveti bulmuş değil. Ben, seni methederek naat söyleyebilecek kıvamı yakalayabilmiş hiç değilim. Seni anlatabilme acziyeti taşıyor; bunu biliyor, ikrar ediyor ve mahcubiyet libasına bürünüyorum. Maksadıma gelince, bir rüya düsturuyla sana dert yakınmaya geldim efendim. İznin çerçevesinde senle hasbihal etmeye, sende dinlenmeye niyet ettim. Dünyadan, ahvalden ve vakıadan kaçarak sana hicret ettim. Misafir olarak kabul buyurmaz mısın?
Küçükken radyoda seninle ilgili parçaları dinleyip evi temizlediğimde sen gelecekmişsin gibi temizleme gayreti verdiğimi anımsıyorum. “Harçlığımın yarısını, yumurtanın sarısını, elmaların irisini, hayır hepsini” diyerek seni tahayyül ederdim. Sonra büyüdüm, dünya büyüdü ve büyü de bozuldu. Anladım ki senin gelmen için evi değil dünyayı temizlememiz gerekiyor. Anladım ki varını yoğunu verebilecek çocukların olduğu bir diyarda, dünya kadar mal ve mevki sahipleri kılını bile kıpırdatma tenezzülünde bile bulunmuyor. Anladım ki hakiki muhabbet, seni, büyüse bile çocukça sevenlerin muhabbetidir.
Ey karanlıkların kendisi ile aydınlandığı çerağ!
Hicrî 1445. Yıldan bildiriyorum efendim, dünya soğuk. Mevsimler yaşananları protesto niyetiyle grevde. Günler, vakti bizden esirgeyerek rutini döndürüp duruyor. Yağmur, bereket için inmiyor sanki, güneş tebessüm ile çıkmıyor göğe. Yer ve gök görevlileri gönüllü değil mecburi işlev görüyor gibi. Ramazan ayı bile hüzünle iştirak etti onlara. Zaman, zemin ve mekan sessiz çığlıklar ile tepkisini ortaya koyuyor. Doğa, birlik olup bize bu mesajı veriyor: “Zalimlerin yanında olmayın; sonra ateş sizi de yakar. Allah’tan başka dostlarınız olmadığına göre bir yerden yardım da göremezsiniz!”⁴ Heyhatt ki bu zamanda okuma bilen çok az insan var...
Sâmîri’ler her gün yeni bir buzağı heykeli yapıyor, Firavun korkusu ûmera arasında kol geziyor. Faiz, miras ve tesettür ayetleri kullanım dışı bırakılmaya zorlanıyor. Kitabın bir kısmına inanılıp, diğer bir kısmını inkâr edenler alkış alıyor.⁵ Gül dermek isteyen, bağın bağbanını arayıp sormuyor artık. Depremler sismolojiden, seller meteorolojiden, heyelan da jeolojiden bilinir oldu. Tüm musibetler, manevî sebepler göz ardı edilerek değerlendiriliyor. Tellallar ölüm iksirini bulduk diye bağırıyor her yerde. Aynalar herkese ayrı ayrı senden daha güzeli yok diye cevap verirken nefisler senden daha kıymetli olanı yok diye fısıldıyor. Şeytan, herkes yapıyor diye ikna ederken hubb-û dünya senin diğerlerinden ne eksiğin var diyerek tutku ilacı içirip hipnoz ediyor. Velhasıl, nimet üzerine nikmet, şükür gereken hale nankörlük ekenlerin zamanesi...
Canım efendim, bize, seni anarak anlamanın yollarını açsın el-Fettah olan.
Ey iman edenler haydi hep beraber sallu aleyh!³
Ey peder-i cümle mazluman!
Hicrî 1445. Yıldan bildiriyorum efendim, dünya kan çanağı. Şehitlerin şikayet dilekçelerinden de malumun olduğu üzre aylar bize hep Muharrem; post-modern Kerbela’lar yaşıyoruz her gün. Alevler yağıyor göklerden buralar çorak; çocuk saçları kurşunlarla taranıyor. Gün geçmiyor ki mukaddesatlarımız ayaklar altında çiğnenmesin. Gün geçmiyor ki yetim çocukların çığlığı eşliğinde raks eden zalimler türemesin. Ve en acısı gün geçmiyor ki sözüm ona lider sandalyesine oturanlar malayani şeylere kapılıp aslî vazifesini unutmasın. Efendim, sersefil, darmadağın bir kırıntılar toplamından ibaret İslam ümmeti. Hal-i pür melalimiz, mazluma yaman zalime seyran bir dünya...
Gazzeli Musa’ların hiç olmadığı kadar şimdi, sihirbazları çökertecek bir asaya ve bembeyaz bir ele ihtiyaçları var. Korkuların, tedirginliklerin ve kaygıların Rahmân-i bir sekinete ve zafere dönüşme ihtiyacı var. Uhud savaşı ardından kolay gerçekleşmese bile elde edilen Hendek galibiyetine ihtiyaç var. İbn-i Selüller her zamanki tekerlemelerini tekrar ederek, başlatmasalardı bunlar olmazdı diye söyleniyor. Kâfirler bile halimize ağlıyor bizse deve kuşu misali hiç bir şey yokmuş gibi yaşamaya devam ediyoruz. Hasılı birliğimiz, dirliğimiz ve kimliğimizi insafsızlara teslim ettiğimiz bir çağ bu.
Canım efendim, seni anarak ferâh-nâk etsin tüm yetim yürekleri el-Bâsit olan.
Ey iman edenler haydi hep beraber sallu aleyh!³
Ey nümûne-i imtisâl seyyid!
Hicrî 1445. Yıldan bildiriyorum efendim, dünya her şeye rağmen elinde olan fidanı dikenlerin halen var olduğu yer.⁶ Tüm zulümlere, haksızlıklara ve kaosa karşın dimdik ayakta durma mücadelesi veren mücahitlerin diyarı. Hakikatin çarkı yorulmaz ve hâk er geç yerini bulur diyerek yol alanların varlığını sürdürdüğü cenk meydanı. Azizlere ölüm fermanı, cellatlara ödül ikramı sunanları tarumar etme gayreti veren Hilfü’l-Fudûl meclisi. Yalan masallar üzerine kurulu tüm düzenleri İslam gerçeği ile tanıştırma gayreti verenlerin sahası. Peygamberim, muhabbetin ve sevdanla beslenip gürbüzleşen gençlerin dünyası burası...
Bizler, asrın dağdağalı karanlığından sana ve rabbine hicret ettik. Niyetlerimizi ve amellerimizi kabul etsin Hz Allah (celle celaluhu). Hani buyurmuştun: “...kimin hicreti Allah’a ve Resûlüne ise, onun hicreti Allah’a ve Resûlünedir. “⁷ Biliyoruz, kolay değildir yoluna yâr olmak. Ancak inanıyorum, tüm zorlukları, yoklukları ve cefaları Âlemlerin rabbi ve âlemlerin rahmetinin sevdası ile aşabiliriz. Siretin ve muhabbetin bizim yol kılavuzumuz oldukça yolda kalmayacağız. Anarsak seni, anlarsak seni, anlatırsak seni ve anımsatırsak seni tüm müşkülatımız hallolacaktır inşallah. Allah’a ilmek ilmek fakir olduğumuzu hissettiğimiz bu demlerde bir şeyimiz yok sevgimizden başka; yer, gök ve taş şahitlik etsin buna..
Canım efendim, seni anarak muhabbetini, niyetini ve hicretini tazeleyen herkesi komşun olmakla taçlandırsın el-Vehhab olan.
Ey iman edenler haydi hep beraber sallu aleyh!³
Mazlumların muzaffer, mahcupların mağfiret ve muhacirlerin müferrah olması duasıyla...
¹Taberî, Tarih: 2/217; İbni Kesîr, Sîre: 1/457-459.
²Fetih 29.
³ Ahzâp 56.
⁴ Hûd 113.
⁵Bakara 85.
⁶Buharî, el-Edebül-Müfred s. 168
⁷Buhari, Nikah,5; Müslim, İmaret, 155