En güzel şiirlere sığdırdım seni… Ne fikrim değişti, ne dünyam. Belki sen bilmedin firakın tepesinde üşüyen gönlümü. En yorgun vakitte bulutlara astığım salıncağı, kalbimi; sen otur diye… Ve yamalı gönlüme iliştirdiğim akşam serinliğini, o ince sızıyı. Kimseler bilmedi sen gidince…
Şairler yazdı seni asırlar adedince. O şiirlerin gölgesinde buluverdim kendimi. Hayatın bohçasından kederler dökülse de, yıkılsa da gönlümün sırçadan sarayları, gürlese de göğümün simsiyah bulutları, sana çıktı şiirlerin şimdi tüm sokakları…
Şairler ki elinden içtiler ab-ı hayat. Susadılar aşkının o büyük ummanına. Pervaneler semaya durdular gündüz gece. Hayret ile açıldı cümlelerin kapısı. Mısralar dizildi, döküldü ardın sıra. Sükûtu ayıpladı seni yazan şairler…
Yunus’tan iki beyitle başlayıp söze, bu mecliste şiirler hep seni yazıverdi;
“Hak yarattı alemi, aşkına Muhammed'in
Ay ü günü yarattı, şevkine Muhammed'in
Ol! dedi oldu alem, yazıldı levh ü kalem
Okundu hatm-i kelam, şanına Muhammed'in…”
Sen ki Efendim! Dürr-i yektası âlemin. Ki bunca âlem yüzün suyu hürmetine idi. Aşkın içindi, aşkına idi. Sözcükler seninle başlar seninle biterdi. Şanına okunurdu en güzide kelamlar. Ay ve günler sayısız, asırlar hükümsüzdü mevcut olduğun yerde. Tüm devir ve zamanlar senin idi şüphesiz.
Niyazi Mısri söze girdi Yunus susunca;
“Cihan bağında insan bir şecerdir gayriler yaprak
Nebiler meyvedir sen zübdesin ya Rasulallah…”
Dünya bir bağ demişti şair. İnsan bir ağaç, diğerleri ise yapraktı. Nebiler o ağacın meyvesiydi. Ve sen o şecerenin çekirdeği, özüydün Efendim. Kâinat bir kitap ise, o kitabın kâtibinin, kaleminin mürekkebiydin Efendim…
Bir Fuzuli çıktı geldi Kerbela toprağından. Sular seller oldu aşkının nehirleri. Su bastı o kanayan sızılı kalbimize. Su kasidesinde sen için şöyle demişti şair;
“Suya versin bağban gülzârı zahmet çekmesin
Bir gül açılmaz yüzün teg verse bin gülzâre su…”
Fuzuli ki dokunurdu şiirin zirvesine. Demişti ki, Sevgili! Bahçıvan gül sulayacağım diye boşa zahmet çekmesin. Tüm bahçeleri suya versin, sele versin. Çünkü bin gül bahçesine su verse bile senin yüzün gibi gül açılmaz.
Aşkın ile tanış olan başka güle nazar etmez. Bahçeyi de yağmaya verir, cümle gülistanı da. Terk eder tüm terkleri, İzzet Molla’nın bahsettiği bülbül ile bir olur.
“Andelîbi verd-i sadberk ile tekfîn etdiler
Bir “Gülistân” beytini kabrinde telkîn etdiler…”
Hakiki güle aşık olan bülbülü, gül yapraklarıyla kefenleyip, kabri başında gül beyitleri okurlar. Efendim! Aşkın has bahçesinde şairler bülbülündür. Hep seni anar, hep seni ararlar hüzün vadilerinde. Mecnun gibi çöllere dasitan olur, tarihin aşk defterini seninle doldururlar. Gözlerinden dökülen o eşsiz denizleri vuslatın umuduyla, siler ve kuruturlar.
“Gözlerimden denizler
Dökülüyor derdinden
Her vakit âşıkları
Bahsediyorlar senden
Ey ruhumun nefesi
O narin ellerinden
Nasip olsa da içsem
Sonsuzluk kadehinden…”
Bir vakit yazmış idi şair sana aşkını. Koparmıştı içinde büyüyen gözyaşını. Ey ruhumun nefesi deyivermişti sana. Nasip olur mu bilmez, zira umut ederdi. Her vakit aşıkları böyle geçivermişti…
Söz&Kalem - Orhan Özsoy