Söz&Kalem Dergisi - Esadullah Kaya
Put kıran İbrahim (a.s.)
Baal'a savaş açan İlyas (a.s.)
Lat'a, Uzza'ya, Hubel'e karşı Muhammed (a.s.)
Taşa karşı mı bu cedel ?
İslamın üzerine bina edildiği 5 temelden biri de taş bir yapı olan Kabe’yi tavaf etmek değil midir ?
Yine Mina'da taşa taş atmıyor muyuz ?
Kendisi tüm müslümanlar tarafından kutsal kabul edilen Hacer-el Esved de bir taş değil midir?
Öyleyse tekrar soralım Taşa karşı mı bu cedel ?
Hayır elbette. İslamın herhangi bir madde ile mücadele etmesi söz konusu olamaz
Bizim savaştığımız şey de kutsadığımız şey de o taşa yüklediğimiz anlamdır (taşın sembolize ettiği şeydir)
İslam’ın Aziz kitabının ilk emri Oku'dur. Bu ayete baktığımızda genelde aklımıza ilk gelen şey neyi okuyayım oluyor.
Oysa hiç düşündük mü “Okumak” ne demektir ?
Satırlara işlenmiş olanlar üzerinden gidersek belli şekillere yüklediğimiz sesler ve o sesleri birleştirerek elde ettiğimiz anlamdır
En nihayetinde okumak, anlamlandırmaktır. yani bir yöne uzanan parmağa değil parmağın gösterdiği yöne bakmaktır.
Somut; durumları, olguları, şekilleri vs. Soyut olan anlama dönüştürme faaliyetidir
Anlamlandırma maddelere, hareketlere ve olaylara değer katar örneğin ihlas bir anlamlandırma hareketidir ve Üstad Bediüzzaman'ın deyimiyle ihlas adetleri ibadete çevirir.
Yolda yürürken her gün karşımıza çıkan ağaçtan, yanından geçip gittiğimiz denizden, haşmetiyle bizleri etkileyen dağlardan tutun da elimize konan sineğe, her gün kendisine muhtaç olduğumuz suya, aynada gördüğümüz kendi bedenimize kadar tüm maddeleri birer sembol olarak gördüğümüz zaman madde bizim için ruh kazanır.
Aksi halde aynaya bakarken gördüğümüz şeyin kendimiz değil ayna olduğunu zanneden kişilere benzer halimiz.
Maddelere böyle bakan sığ kalır anlamlandıran derinleşir arazı atar cevher ortaya çıkar.
Okumayı sadece maddelerle de sınırlı tutmamak lazım zira olaylar da anlama muhtaçtır.
Buna delilimiz ise yine Kur'an'dadır. Anlatılan kıssaların hepsinde özellikle bu yaşananların ibret alınmak için geldiğini okurken saf tarihi rivayet olarak anlaşılmaması gerektiği te'kid ile belirtilir.
Hz Nuh'un sefine-i necatı ve sahil-i selamete doğru aldığı yol bugün bizlere çıkış yolunu işaret eden bir semboldür.
Hz İbrahim'in İsmail'i kurban etme mevzusu olaya sadece bakan kimse için anlamsız bir katliamdır ama bu mevzuyu hakkıyla okuyan için feda etmeyi ve feda olmayı sembolize eden müthiş bir örnektir.
Hızır(a.s.) ile Musa(a.s.)’ın yolculuğuna Kur'an’dan bakan kimse için masum bir çocuk maktuldür ama olayı okuyan kimse için Allah'ın sonsuz ilmine müthiş bir nazargâhtır.
Öyleyse müslümanın görevi anlamlandırmadır...
Örneğin: Salih(as)'ın kavmine mucize olarak gösterdiği devenin katledilmesi bugün bize ne katıyor?
Sadece semud kavmi böylece Allah'ın azabını hak etti dersini çıkarıyorsak bu eksik bir okuma olur. Zira deve Kur'anın tabiriyle Allah'ın devesidir ve bu deve isminin manası da az su olan Semud kavminin suyuna ortak oldu. Yani Allah onlara bizim baktığımızda pek anlayamayacağımız bir hikmete binaen zaafları ile imtihan etti. Devenin kendi şahsında bir kutsallığı yoktu elbette. Kutsallık Allah'ın yasasındaydı yani kestikleri şey deve nezdinde Allah'ın şeriatıydı.
Bizler hadiseleri böyle okursak bugün kestiğimiz binler deveyi görürüz. Kurban etmemiz gereken İsmaillerimizi o zaman tanırız.M Sefine-i necat o zaman gözümüzde somutlaşır. O zaman gerçekten çıkarız balığın karnından. Aksi durumda ise sığ bir anlayışla İslamın bize anlatmaya çalıştığı şeyi ıskalarız. Okuma çabasında olanlara ise kendi düz anlayışımızı kabullendirmeye çalışırız (Toplumda şuan gördüğümüz gibi)
Allah hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar. (Bakara/269)
Rabbim bizi ayette zikrettiği akıl sahiplerinden eylesin
Rabbim bizi Feraset ve Derin Anlayış ile rızıklandırsın
Selam ve Dua ile