Söz&Kalem Dergisi - Vuslat Şen
Tefekkür, Arapçada f-k-r kökünden gelir. Lügatte derin düşünmek, fikir yürütmek, üretmek için çaba sarf etmek manalarındadır. Istılahta ise, ilmin elde ettiği sonuçlardan iman esaslarını takviye edecek deliller bulmak demektir. Arapçada düşünmeyi ifade eden kelimelerin başında nazar, tefekkür, tedebbür, itibâr, ve taalluk (akl) gelir. Asıl anlamı “gözle bakmak” olan nazar, “kalp gözüyle bakmak, düşünmek” manasında kullanıldığı gibi “bir şey hakkında tefekküre dalmak, nazarî araştırmalarda bulunmak” anlamına da gelir. Fikr kökünden türeyen tefekkür de aynı anlamdadır.
İnsan aklının en mühim ve asli vazifesi tefekkürdür. Tefekkür gibi kıymetli, faydalı ve bereketli bir nimet ve ibadet yoktur. Allah’ın azamet, birlik ve varlığına dalalet eden afaki ve enfusi, ulvi hakikatler ancak tefekkür ile anlaşılır. Tefekkür, insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özelliktir. İnsan, tefekkürü sayesinde Rabbini tanımış, âlemdeki eşyayı kendi faydasına kullanmayı başarmıştır. Eğer insanı diğer varlıklardan ayıran en önemli vasıf nedir, diye bir soru sorulacak olsa, bunun cevabının tefekkür olacağında hiç şüphe yoktur. Resûl-i Ekrem (s.a.v) her meselede olduğu gibi, tefekkürde de bizlere rehberlik yapmıştır. “Bir saat tefekkür, geceyi ayakta ibadetle geçirmekten daha hayırlıdır. (İbn Ebî Şeybe, Musannef) buyurmuştur. Evet, bir mütefekkir için öyle bir an olur ki, o bir an içinde nihayetsiz bir hayat bulur. Demek ki, bu hal insanın kabiliyet ve tefekkürüne göre değişir. Zira, Allah namına bir an tefekkürün, günlerce ve senelerce nafile ibadetten daha makbul olduğunu görüyoruz. Başka bir rivayette de Resûl-i Ekrem’e (s.a.v) en çok etki eden ayetlerden birisi, hiç şüphesiz tefekkür ile ilgili olanlardır. Hz. Âişe validemize ziyarete gelen iki kişiden biri: “Hz. Muhammed’de (s.a.v) gördüğünüz etkileyici bir şeyi bize anlatır mısınız?” deyince, Hz. Âişe (r.anha) şöyle buyurmuştur: “Resûlüllah (s.a.v) bir gece kalktı, abdest alıp namaz kıldı. Namazda çok ağladı. Gözlerinden akan yaşlar sakalını ve secde yerlerini ıslattı. Sabah ezanı için gelen Hz. Bilal (r.a): ‘Ya Resûlüllah! Geçmiş ve gelecek bütün günahlarınız affedildiği halde sizi ağlatan nedir?’ deyince, Peygamber Efendimiz(s.a.v): ‘Bu gece Allah bir ayet indirdi. Beni ağlatan o dur.’ Buyurdu ve şu ayeti okudu: ‘Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.’ (Âli-imrân-190) daha sonra Resûlüllah (s.a.v): ‘Bu ayeti okuyup da üzerinde tefekkürde bulunmayan ve düşünmeyen kişilere yazıklar olsun.’’ dedi.
Ariflerden biri şöyle der: “Tefekkür, ya Allah’ın ayet ve sanatı hakkında olur ki bundan marifet doğar. Ya azamet ve kudret-i ilahiyye hakkında olur ki bundan hayat doğar. Ya nimet-i ilahiyye hakkında olur ki, bundan muhabbet doğar. Ya da Allah’ın sevap vadettiği ve ceza ile tehdit ettiği konularda olur ki bundan da tâat arzusu ve mâsiyet doğar.’’
Tefekkür, bazen insanın kendi yaşamını değerlendirmesi anlamına da gelmektedir. Bir nevi tefekkür, insanın kendisiyle yüzleşmesi olarak da açıklanabilir. İnsanın günahlarını düşünmesi, yaptığı hataları hatırlaması da bir tefekkürdür. Ve bu hatalardan ders çıkartıp onların tekrarına düşmemek, tefekkürün semerelerinden biridir. Aldığımız nefeste, attığımız adımda, gördüklerimizde, hissettiklerimizde… Yüce Allah’ın yarattığı her şeyde ibret almamız gereken nice delil, düşünmemiz için nice nimetler vardır. Nasıl ki bedenimiz, su içmeden yaşayamıyorsa, ruhumuzun da tefekkürden uzak yaşaması olanaksızdır. Nasıl ki göz, görebilmek için ışığa muhtaçsa; kalp de tefekkürde rûhanî bir derinlik temin edebilmesi için, “Kur’ân ve Sünnet”in nuruyla aydınlanmaya muhtaçtır. Zira insan aklı, ancak Kur’ân ve Sünnet ışığında hakka ve hayra ulaştıracak şekilde programlanmıştır. Bu sebeple, Kur’ân ve Sünnet’in açtığı tefekkür ufku olmasaydı, sırf aklımızla birçok hakikati hem kavrayamaz hem de ifade edemezdik.
İnsan, bu dünyaya boş bir kaset olarak gelir. Bu kaset Kur’ân ile dolduğu ölçüde, insan kemâl bulur. Kuran’ı Kerim, muhtelif ifadelerle tam olarak 137 yerde mümini ilahi hikmet ve hakikatler üzerinde tefekkür seferberliğine davet etmektedir. Kuran’ı Kerim’de insanın yetilerini kullanarak düşünmesini ister. Bir çok ayeti kerimeler buna işaret etmektedir. “Ne ki nimetleriniz varsa hepsi Allah’tandır.” (Nâhl Sûresi:53) “Yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yaratan O’dur.” (Bakara Sûresi:29)
“Onlar ayakta iken, otururken, yanları üzerinde yatarken Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler.” (Âli-imrân Sûresi:191)
İnsan kendi yaratılışına bakarak Allah’ın nimet ve ihsanlarını düşünmesi ve bu şekilde Allah’a şükretmesi tefekkürdür. Allah’ın mahlûklarındaki güzellik ve faydaları düşünmek bir tefekkürdür. Bitkilerin, meyvelerin yaratılışını düşünmek ve şükretmek tefekkürdür. Kainatın, dünyanın, yıldızların, gezegenlerin bir ahenk içinde oluşunu düşünmek ve şükretmek tefekkürdür. Unutmamalıyız ki Rabbimiz müteâldir, yani bizim O’nu tanıdığımızdan çok daha yüce ve beşer idrakinin kavramaktan aciz kalacağı bir mükemmelliktedir. O (c.c) her türlü noksanlıktan münezzeh, her türlü kemâl sıfatla muttasıftır. İşte O’na bu tefekkür ufku içerisinde kulluk etmemiz elzemdir. Velhasıl ruhani tefekkür, bir terbiye mektebidir. Müminler olarak bu mektebin gayretli birer talebesi olmamız icab eder. İlahi buyruğun bizden istediği akıl edip, tefekkür etmemizdir.
Rabbimiz, bizleri nefsani tefekkürden ve tefekkürsüzlük gafletinden muhafaza eylesin! Kalbimizi, aklımızı, duygu ve düşüncelerimizi rıza-yı ilâhisiyle telif eyleyecek rûhanî bir tefekkür ikliminde yaşamayı nasip eylesin!
Kalbi Selâm Ve Muhabbetle..