Hukuk; bir ülkede ihtiyaç olunan en temel bölümlerden biridir. Zira hukuk anlam olarak her zaman olması gereken şeyi ifade eder. Bundan yola çıkarak denilebilir ki her ülkenin en temel ihtiyaçlarından birisi adaletli bir hukuk sistemi ve adil hukukçulardır. Hukuk kelimesinin farklı anlamları vardır. Hukuk: Arapça kökenli olup haklar anlamına gelmektedir. Hukuk kelimesi hak kelimesinin çoğuludur. Bazen de hukuk kelimesi ‘bağlayıcı kurallar sistemi’ni ifade eder. Aynı zamanda hukuk; hukuk kurallarını inceleyen bilim dalıdır.
Menfaatler dengesini gözeten, insanların refah ve huzur içinde yaşamasını sağlayan kurallar bütününe de hukuk kuralları demekteyiz. Evet, bu bölümün başlıca amaçları bunları sağlamaktır. Bundan dolayı ‘hukukun üstünlüğü’ kavramı doğmuştur ve bu kavram kişilerin menfaatlerine kurban olmadıkça ülkelerde huzur seviyesi artmıştır.
Bu bölümü tercih eden hukukçu adayı da bu konuyu iyi bilmelidir. Adalet kavramını iyi anlamış bir kişi bu bölümde başarı sağlayabilir. Temelde anne-baba eğitiminden başlayan ve sonrasında içinde bulunulan çevrenin büyük bir etken olarak var olduğu bu süreçte kişinin gördüğü temel eğitim ve içinde bulunduğu çevre adalet olgusunu iyi anlayabilmek, daha çocuk yaşta oyun oynarken bile aldığı eğitimden ötürü adil olabilmek; sürecin sonunda iyi hukukçular doğuracaktır. İşte bu gerçekliği göz önünde bulunarak denilebilir ki; iyi eğitilmiş kişilerin adaleti daha kaliteli sağlayabilmesi olağandır. Bu şekilde adil olma vasfını üstünde taşıyacak seviyeye gelmiş insanların hukukçu olabilmesi için de aileler ve hatta devletler gerekli çabayı göstermelidir. Zira bu titiz çalışma adalet sisteminin adil insanlar tarafından idare edilmesini sağlayacak, toplumlar ve devletler refaha/huzura kavuşacaklardır.
Hukukun akıllara ilk gelen ilgi alanı suçtur. İnsanlık tarihi bugüne gelen rivayetlerle yaratılış anında bile suç işlemiş, her zaman suç işlemeye meyilli olmuştur. Örneğin bazı rivayetlerde yer alan Hz. Âdem’in cennete yasak ağacın meyvesini yemesinin ardından (bu insanlığın ilk suçu olarak kabul edilebilir) yeryüzüne gönderilmesi ve ardından çocuklarından birisinin (Kabil’in) kıskançlığından ötürü kardeşini (Habil’i) katletmesi; yeryüzünde işlenmiş ilk suç olarak kabul edilebilir. Bu durumda iki yeni tipik karakter Dünya’da ilk defa kendini göstermiştir. Habil; insanlık tarihi boyunca mağdur ve mazlum olanı, Kabil ise zalimi; yani suçluyu temsil etmiştir. İşte bu, hukukun bire bir ilgilendiği bir olaydır. Zira hukuk en temelinde masum-suçlu, mazlum-zalim, haklı-haksız kavgasını çözümlemeye çalışır. Bu durumda adaletli bir şekilde her hak sahibine, hakkını eksiksiz bir şekilde teslim eder.
En nihayetinde Hukuk bölümü; adaletli bir ortam, bir toplum ve bir yönetim hazırlamayı amaçladığı için önem verilmesi gereken bölümler arasındadır. Tercih yaparken de bölümün manevi olarak yükleyeceği ağırlık göz önünde bulundurulmalı, bu bölüm maddi kazançlar arka plana atılarak tercih edilmelidir.
Ana hatlarıyla bir hukukçuda olması gereken temel özellikleri şu şekilde sıralayabiliriz:
- Hukukçu kitap okumayı sevmelidir. Kitap okumadan geçirdiği her günü büyük bir eksiklik bilmeli; hukukun bugünlere gelme aşamasını bilmek adına tarihle, konuşurken dikkatleri üzerine çekebilmek adına edebiyatla yakından ilgili olmalıdır.
- Hukukçunun analitik olarak zekası iyi çalışmalı, sorunlara farklı açılardan bakmayı bilmeli, beklenmedik anda beklenmedik çözümler ve yollar ortaya koyabilmelidir.
- Adalet kavramını teoride olduğu kadar pratikte de çok iyi kavramış olmalıdır. Bazen küçük bir çocuğun oyun oynarken ortaya koyduğu adil davranış hukuk profesörlerine taş çıkartabilmektedir. Bu konuyla ilgili üniversitedeki bir akademisyenden duyduğum şu cümleleri aynen aktarmakta büyük fayda görmekteyim: “Yıllarca hukuk üzerine tezler hazırlayan akademisyenlerle oturup kalktım. Hepsi bir yana geçenlerde bir gencin bir olay üzerine yaptığı yorumdan sonra başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Gencin adalet anlayışı gözlerimi doldurdu.”
Üç maddede özetlediğim bu özelliklere elbette daha birçok madde eklenebilir. Fakat şu gerçek göz önünde bulundurulmalıdır ki domates çok diye ucuz, altın az diye pahalıdır. Bilginin de çok olması sebebiyle ucuzladığı şu dönemde üniversiteler de bu realiteden kaynaklanan bir şekilde hayal edilen üst seviye kültürle dolu mekânlardan oldukça uzaktır. Tercih ettiği bölümle ilgili bilgisi olan, kendini bu konuda geliştirmiş bir birey üniversiteye gittiği zaman sınıf arkadaşlarından ve hatta üst sınıflarda okuyan öğrencilerden bile daha ileri seviyede olabilmektedir. Dolayısıyla bu ortamlardan en güzel şekilde istifade edebilmek için hangi bölüm okunursa okunsun gelişmeye açık bir pozisyonda konum alınmalı ve üniversite eğitimine bağlı kalmadan çok yönlü bir öğrenme uğraşı içerisine girilmelidir.
Son olarak öğrencilerin alakasız bir sınavla üniversiteye yerleşildiğine değinecek olursak; her ne olursa olsun hedeflerimizden ve ideallerimizden vazgeçmememiz gerektiğini bu süreçte gerekirse sınırları zorlamak gerektiğini de belirtmek isterim. Bu süreçte tercih yapacak öğrencilerin konuya hâkim olan tecrübeli rehberlik uzmanları ve hocaların sözleri dışında söylenecek sözlere kulak asmamasını, tavsiyeleri kabul etmemesini bu sorunlarla karşılaşmamak için de herkesten tavsiye almamalarının daha normal bir süreç geçirmek adına faydalı olduğunu düşünüyorum. Gelin hep beraber Bediuzzaman’ın adeta sehl-i mümteni yaptığı şu söze kulak verelim: “Her şey kader ile takdir edilmiştir. Kısmetine razı ol ki rahat edesin.”
Söz&Kalem - Hüseyin Çamtay