Mistisizm, Grekçe de “sır” anlamına gelen musterion sözcüğünden türetilmiştir. Grek mistik dininde sırlar herkese açık olmamakla beraber “susmak, suskun kalmak” manasındaki muein sözcüğüne işaret etmektedir. Bu nedenle mistik ibadet şekillerinde gizliliğe önem verilmekteydi. Zaman içinde mistisizm tarihsel sürecin süzgecinden geçerken grek ve doğu felsefelerinde yeni Eflatunculuk adı altında “ bütün bir hakikat problemine, akli ve daha çok sezgiye dayalı melekelere özel biçimde yaklaşmak” manasına gelmiştir. Görünenin ötesine veya görünmez olana geçme tecrübesine dayalı gizemli bir durumu ifade etmektedir.
Tasavvuf sözcüğünün kökeni iki farklı görüşe dayanmaktadır. Biri tasavvufun safâ ve vefâ kelimelerinin birleşiminden geldiğini savunan görüştür. Bir diğeri ise Mekke döneminden sonra insanların yaptıkları hal ve hareketlerini verilen kavramlardan gelmektedir. Bu bağlamda Resulullah (sav) sohbetlerinde bulunanlara sahabe, sahabenin sohbetlerinde bulunanlara tabiîn ve tabiînin sohbetlerinde bulunan kişilere ise tebeu’t-tâbiîn gibi unvanlar verilmiştir. Daha sonra dinin hükümlerine büyük bir dikkatle riayet edenlere “âbid” ve “zâhid” denilmiştir. Zamanla ortaya çıkan bid‘atlara karşı Ehl-i sünnet seçkinlerinin her an Allah’la birlikte olma ve gafletten sakınma gayretlerine istinaden miladi sekizinci yüzyıldan itibaren tasavvuf denilmiştir.
Müşâhede, sözlükte “görmek, şahitlik etmek, gözlemlemek; bir nesnenin hakikatine vâkıf olmak” anlamlarına gelmektedir. Müşahede sözcüğü tasavvufta Allah’ın zuhur ve tecellilerini görmeyi, seyir ve temaşa etmeyi ifade eder. Müşâhedenin gözün müşâhedesi, kalbin müşâhedesi, ruhun müşâhedesi ve sırrın müşâhedesi gibi mertebeleri vardır. Gözle (basar) müşâhede hareket noktasıdır; bunun ilerisi kalp gözüyle (basîret) müşâhededir.
Vecd, sözlükte “yitiğini bulmak, istediğine kavuşmak, güç yetirmek; aşk ve iştiyak sarhoşluğu içinde kendinden geçmek, yüksek heyecan duymak” anlamlarına gelmektedir. Tasavvuf terimi olarak “kasıt ve zorlama olmadan Allah’ın bir ihsanı şeklinde sâlike gelen ve onu kendinden geçiren mânevî çarpıntı” (müsâdefe) demektir.
Şathiye, sözlükte “hareket etmek, sarsılmak, taşmak” gibi anlamlara gelmektedir. ‘Şatah’ sözcüğü, yatağı dar olan bir ırmağın sel ile kenarlarına taşması gibi sûfînin kalbinden taşan ilâhî hakikatleri ifade eder. Miladi sekizinci yüzyıldan itibaren sûfîler arasında kullanılmaya başlanan şathiyye, sûfînin sekr, vecd, cezbe, galebe, inbisat, istiğrak, cem‘, fenâ ve tevhîd-i zâtî gibi kendini kontrol edemediği tasavvufî haller içinde söylediği sözlerdir.
Kaynak:TDV
Ahmet Şimşek