Zaman
Sözlükte; “kısa veya uzun vakit, az ya da çok süren bölünebilir müddet” gibi anlamlara gelmektedir. Dil âlimleri de zamanın iki-altı ay arasındaki bir müddeti kapsadığını belirtir. Zaman kelimesi bir yılın çeşitli dönemleri ve mevsimleri, bir kimsenin yönetimde kaldığı süre için de kullanılmaktadır. Çoğulu ezmânın “bir insanın yaşadığı ömür” anlamına geldiği de kaydedilir. “Meyve zamanı, hurma zamanı, panayır zamanı” örneklerinde görüldüğü gibi belli olayların her yıl gerçekleştiği dönemler de zaman kelimesiyle ifade edilir. Ayrıca farklı uzunluktaki süreler için ân (şimdiki zaman), asır, emed (belirli veya sonlu süre), dehr (kesintisiz, sonsuz zaman) gibi kelimeler kullanılır (Tâcü’l-ʿarûs, “zmn” md.; Tehânevî, I, 619, 622). Bu bağlamda zaman değişimin dinamikliğinin esas unsuru haline gelmektedir.
Mekân
Sözlükte “olmak” anlamındaki kevn (kiyân, keynûne) mastarından türetilmiş olup ism-i mekândır ve “oluşun meydana geldiği yer” anlamına gelmektedir.
İlk İslâm filozofu Kindî mekânı, “kuşatanla kuşatılan cismin son sınırlarının karşılaşması” şeklinde tanımlamıştır. Filozofa göre cismin mekânını terk edebilmesi veya aynı yerin bir başkası tarafından işgal edilebilmesi, mekânın yer kaplayan cisimle özdeş olmayan bir gerçekliğe sahip olduğunu göstermektedir (Felsefî Risâleler, s. 187, 284-285).
İbn Rüşd’e göre ise mekân, cismin zatî yüklemi olarak söz edebiliyorsak -ki öyledir- cisim mekânsız düşünülemez. Yer kaplayan cisimden daha büyük veya daha küçük olmamasına karşılık mekân cisimden farklı, onu kuşatan bir gerçekliktir. Mekân ile kastedilen bir cismin başka cisimlerle ortaklaşa paylaştığı yer değil onun gerçek yeridir. Bu şekildeki kuşatan-kuşatılan ilişkisi cismanî âlemin sınırına kadar söz konusu olduğuna göre mekânın, yüzeylerin kendisiyle ayrıldığı bir boyut ya da boş bir uzay olduğu ileri sürülemez. Hareket kavramı açısından bakıldığında mekânı, “içinde hareketin gerçekleştiği ve son bulduğu kuşatıcı sınır” olarak da tanımlamak mümkündür (Risâletü’s-Semâʿi’ṭ-ṭabîʿî, s. 59-60).
An
Aslı “eyn” veya “evân” olan “an” zaman dilimi, “kısa zaman” ve “şimdi” manalarına gelmektedir. An Kur’an’da ve hadislerde “zamanın yaklaşması” ve “şimdi” anlamlarında kullanılmıştır. An, felsefede şuurun bir bütün olarak kavradığı zamanın en küçük dilimi, belli ve bölünmez bir noktası; bir zamanı, vasıtasız ve aralıksız bir şekilde takip eden bir başka zamandan ayıran süresiz fasıla olarak kabul edilir. Zamanda “bir” sayısına benzeyen, fakat ondan bazı noktalarda farklılık gösteren anlar vardır. “Bir” sayının bir parçası olduğu halde an, mâzi ile müstakbelin birleştiği veya ayrıldığı hayalî bir sınırdır ve geçmişe doğru uzanan zaman çizgisinin de sonudur. Bir şeyin sonu ise kendisinin dışındadır. Mekânda nokta ne ise zamanda da an odur. Bu sebeple anın boyutu yoktur; ancak peş peşe akıp giden zaman arasındaki ortak sınırdır. Kelâmcılara göre ise art arda gelen ve bölünemeyen zaman parçasıdır. Zamanın bütünü anlardan oluşur; yani bütünüyle zaman anlardan ibarettir.
Halâ
Arapça’da “boş olmak, boş kalmak” anlamında masdar olan halâ kelimesi “boşluk” anlamına gelmektedir. Zıddı “melâ”dır (doluluk). Halâ, farklı felsefî anlayışlara göre “cisimden bağımsız olarak var olan boyut” veya “cismin doldurduğu varsayılan farazî boşluk” şeklinde açıklanır. Bazılarına göre ise “var olması imkânsız şey” anlamına gelir (krş. Cürcânî, et-Taʿrîfât, “ḫalâʾ” md.). Felsefe ve kelâmda boşluk kavramı sözlük anlamının ötesinde “herhangi bir cisimden yahut yer kaplayan cevherden hâlî olan yer” manasındadır.
Sonuç
İnsan sınırlı bir mekânda “an”ların oluşturduğu geçici bir güzergâhtadır. Bu bağlamda insan, dünyadaki anlam ve inşa arayışının bir parçasıdır.
Nasıl ki zaman, mekândaki dinamikliği kontrol ediyorsa; insan da bu dinamikliği taşıyıcılığını üstlenmektedir. Günümüze kadar gelen, matematik, geometri, tıp, astronomi vb. ilimler bu insan dinamikliğinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı iyi olsun veya kötü olsun insan bu dinamikliği ’mekân’ daki bir cisim olarak –birbirine bağlı anlarla- geçmiş ile şu “an” arasında bir köprü görevi görmektedir. Bu sebeple zaman, dinamikliğini mekân ise statikliğini kendi “beden”inde de yaşamaktadır. Bundan dolayı ruh ve nefis faktörlerinin irade fonksiyonuyla insan, mekânı denilen bedende yaşamaktadır.
Bu bağlamda mekânın dinamik noktaları insan ve fonksiyonları olurken; zaman ise “geçmiş” ve şu “an” arasında birbirini takip eden insan-köprü örüntüleridir.
Söz&Kalem Dergisi | Ahmet Şimşek