Ahlak, insanın iyi ve kötü olarak vasıflandırmasına yol açan manevi nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışlar bütünüdür. İnsan Allah’ın yaratmış olduğu en üstün varlıktır. Öyle ki melekler insana secde etmişlerdir. İnsan kendisine bahşedilmiş olan akli melekeler neticesinde hayatını bir düzen ve programa koymuştur.
Toplum bileşenleri itibariyle kompleks bir yapı arz etmektedir. Bu yapılanma içerisinde kişiler arası sorumluluklar ön plana çıkmaktadır. Bunların başında hiç şüphesiz adaletli oluş gelmektedir. Adalet hakkaniyetin ta kendisidir. Hak objektif bir sabitedir. Kişileri ve makamları bağlayan bir durum değildir. Nitekim devlet başkanı olan Sultan Fatih’i kadı huzuruna çıkmaktan kendini alıkoyamamıştır. Yüce hakikatlere inanan insanlar daima Allah’ın şu emrine inkiyad ve teslimiyet göstermişlerdir: “De ki: ‘Rabbim her işte doğru ve adaletli olmayı emretti.”[1]
Adalet duygusunu hissettiren diğer müthiş kaide ise kısasın bizlere hayat vermesidir. [2] Adaletin müesses olduğu bir belde güvenilir ve emin olma niteliğini kazandırmıştır.
Toplumumuzun yanılgıyla karşıladığı diğer bir husus ise insanların kusurlarını araştırmadır. Bu, Hz. Peygamber (sav) tarafından yasaklanmış ve laf taşıyıcılığı yapan kimselerin cennetten paylarının olmayacağını bildirmiştir.[3] Kardeşlik duygusunu zayıflatan bu türden faaliyetler toplumsal güvenilirlik problemini de beraberinde getirmiştir. Hâlbuki Yüce dinimiz İslam eman dini güvenilirliğin kalesi konumunda olmalıydı. Ticaret dünyamızı güzelleştirmek bu ticareti yiyenini haramzade eden faiz bataklığından aydınlık ticaret anlayışına dönüştürmek şüphesiz bizlerin elindedir. Peygamberimiz (sav) sadık tüccarın ahirette şehitler ve sıddıklarla birlikte olacağının muştusunu vermiştir. O mübarek el bir gün pazarda buğday çuvalının içine daldırılmış ve bir hileyi hissetmiş ve bundan men etmiştir.[4] Bu Yüce hakikatler karşısında bigane kalmak gerçekten de vicdanları titretmektedir.
İslam toplumu çok yüksek bir misafirperverlik şuuru ve paylaşma hissiyatına sahiptir. Bu duyguyu kendine adet haline getiren ecdad fakirlere, gariplere o kadar ehemmiyet vermiş olsa gerek ki dürüstlüğün ve gönül tokluğunun simgesi olan sadaka taşlarını sokak ve caddelere yerleştirmişlerdir. Ne veren biliniyor ne alan sadece ve sadece kalpler mutmain, ruhlar ise arınmış bir vaziyete bürünüyor. Ne kanadı kırık leylekler es geçilmiş ne de bakıma muhtaç yaşlılar, muazzez İslam toplumu hepsine rahmet kanadını germiştir. Hakkın rızasına yürüdükleri bu kutlu yolda halkı razı etmekten çok Rabbim rızasına gönül vermişlerdir. Günümüzde mutluluğu neden uzaklarda ararız. Aslında mutluluk bizi beş vakit bekleyen seccademizde, sayfalarını diri tuttuğumuz Mushafımızda hiç eksik etmememiz geren tebessümümüz de saklı değil midir? Ancak hazine kapağı açılınca, elmas işlenince göz kamaştırıcı halini almaktadır. Karanlığa hapsedilmek istenen taze dimağlar, içinden çıkılamaz hale gelen bunalımlar ve vesvese kumkumaları içinde yüzen kalp işleme tabi tutulmamış tozlarla kaplı elmas parçasından öteye geçemez.
İnsanlar daima birbirlerini suçlamakta ve sorumluluklarımızı başkalarına mal etmekteyiz. Hâlbuki Müslümanın hayatı dinamiktir. Zaman mefhumu geleneğimizde sabah namazıyla başlar akşam namazıyla nihayete erer. Eğlence veren latif hikâye ve marifetin süslediği meclisler, duygu yüklü tilavetler ve büyüklerimizin latif nasihatleri ve hayat deneyimleri özlenen şeyler haline geldi.
Geliniz bugünümüz miladımız ve yeniden doğuşumuz olsun. Tekrar bir besmele çekip alacağımız kudretli nefesle hayatımızı İslam’ın nuru ve marifetiyle renklendirelim. Selam ve dua ile…
Söz&Kalem Dergisi | Semih Taha CÖMERTLER
[1] A’raf, 29
[2] Bakara, 179
[3] Buhari, Edeb, 49
[4] Müslim, İman, 164