Söz&Kalem Dergisi - Yusuf Yetiş
İşgal sadece kulakları sağır eden bir gürültünün ardından kalan enkazın ifadesi değildir. Ele geçirilmek ya da esir konuma düşmek, silahlı müfrezeler tarafından dizüstü çöktürülmüş vaziyette silahaltında beklemek de değildir, işgal. Başkalarının postallarıyla şehrinin kanla boyanmış sokaklarında yürümesi de bitmiş olmak değildir. Bilakis pes etmek, uyuşmak ve mücadele etmek, ölmeyi göze alarak direnmek, konfor alanını hiçe sayarak bitirilmeye çalışıldıkça palazlanmak, modern dönemde hakiki özgürlüğün karşılığıdır, işgalin tam zıt anlamlısıdır.
Tutsaklık sıcak yatağında sırtını kalorifer peteğine dayayıp envaı çeşit zulüm hakkında parmak oynatıp dijital metinler vasıtasıyla nutuk atmaktır. Boykot önemli deyip ama kalitelisi de bu be abi ne yapalım kurgusuna sığınıp zulmü desteklemeye icazet çıkarmaktır. Sömürge ambalajlı fetvalara sırt dayayıp bize burada da ihtiyaç var salığını obur obur anlatıp vicdanını sıradan rutinini hiç bozmadan tatmin etmektir, tutsaklık.
Dünya size sırt çevirmişken, arta kalan ve çöpe dökülen yemeği yahut kazanın dibinde kalanlar üç günlük aş olarak ayırmak zorunda kalmışken, ‘yanınızdayız’ ifadelerinin cemi cümlesi dalavereden ibaretken ‘bizde çocuklarımızı kefene saracak beyaz bez bulabilirsiniz fakat beyaz bayrak yapacak ve pes edecek bez bulamazsınız!’ cümlesi dünyaya inanmışlık ne demektir dersi veriyorken, tutsak olan ve işgale uğrayan siz olmuyorsunuz.
İşgal sadece konvansiyonel silahlarla gerçekleştirilmez hatta bazen bir medya içeriği yirmi ton c4 patlayıcıdan daha kuvvetli bir tesir yaratabilir. Kaldı ki hem c4’ün hem de medya içeriğinin eşzamanlı aktif ve servis edildiğini hesap edin. Tabi bunun yanına kitaplar, sinema yapıtları, reklamlar, politikalar ve sayısız kitle iletişim aparatları koyun.
İşgal kaçınılmaz olur değil mi?
Bazen tek bir kurşuna gerek kalmadan işgal edilir bir memleket. Hem de tek damla kan dökülmeden herkes tutsak edilir. Bazen de tüm sömürge enstrümanları eşzamanlı kullanılsa da işgal gerçekleşmez. Zira zihinler pür u paktır ve ele geçirilmemiştir. Öğretiler, sömürü ambalajlarıyla paketlenmemiş ve inanç bir orman gibi göğsün orta yerinde dallanıp budaklanmıştır. İşte bu ikinci yargının muhatabı ve temsilcisi onurlu Gazze halkıdır. Dümdüz edilmiş bir şehre inat, bina etmeye devam ediyorlar bir şeyleri. Son teknoloji silahlarla teçhize edilmiş düşmana karşı inancın galip edecek mutlak sığınak olduğunu ve ancak bu şekilde mukavemetin galibiyet getireceğinden bir an bile şüphe duymuyorlar. Bin davet kitabına, bin konferansa, bin sinematografik yapıya bedel bir kahramanlık destanını yalnızca bir kitap, bir silah ve bir kamerayla yazıyorlar.
…
Hecatoncheires, Yunan mitolojisinde yer alan üç dev karakterden biridir. Adı, “yüz kol” anlamına gelen “hekaton” ve “el” anlamına gelen “cheir” kelimelerinden türetilmiştir. Bunu niye anlatıyorum. Çünkü işgal ve zulüm baronlarının sistemleri tıpkı hekaton gibi çalışmaktadır. Yüz kollu bir adamın ve normal iki kollu bir insanın eş zamanlı bir iş yaptıklarını hayal edin. Hangisinin daha fazla iş yapacağını kıyas etmek akıl karı sayılmaz. Batı, aydınlanmayla beraber materyalizmin ve pozitivizmin kucağına oturdu ve multidisipliner bir tavırla dünyayı kendi ideolojik örüntüsüyle yeniden dizayn etti.
Sosyal bilimlerde ilerledi, dijitalde bir hükümranlık kurdu, kapital sermayelerin yardımıyla ekonomik ortaklığı dünyaya tanıttı ve kazanmak istiyorsanız bu ortaklığın sayesine sığının salığını dayatarak ekonominin, akademinin, teknolojinin, kültürün, politikanın tekelleşmesi için bin yıllık planlar yapıldı. Toplum batılılaşmanın tek çıkış yolu olduğu kabulüyle keskin ve mutlak bir yönelişe meyletti. Akabinde insanlığı aydınlatan gelişmeler olarak kabul edilen politika, akademi, teknoloji insanlığı köleleştirmeye çalışanların emrinde olduğundan aydınlık paravanıyla insanlar karanlığa gömüldü.
Yüz kollu Hekaton’un her bir kolunun ayrı bir iş yapıp düşmanlarını yok etmesi ve Batı’nın ilerleme ve insanlığa güç olarak ifade ettiği birden çok sömürge keşif koluyla dünyayı dizginleri ele geçirenlerin emellerine göre şekillendirmesi ve yok edip kendi nizamını hâkim kılma çabası dikkate değer bir benzerlikle karşımızda durmaktadır.
Farklılıklarda mevcuttur. Mesela Hekaton’un tüm kolları çoğu kez aynı işlevi görüyorken sömürge baronlarının kolları çok değişkendir. Yukarıda da ifade ettiğim gibi biri göze, öteki kulağa ve çeşitli duyulara hitap edecek maharet ve mahiyettedir.
Dolayısıyla her ne kadar mitolojide gaddar ve zalim olarak kabul edilse de Hekaton’un mukayeseye tabii tuttuğumuz Batı’ya göre daha az gaddar olduğu söylenebilir. Zira niyeti apaçıktır ve kolları görünmektedir. Oysa Batı, evin içini postallı asker göndermeden işgal edebilir, cebren seni esir almadan dinlediğin bir podcastle aklını kurcalayabilir. Ya da çok rasyonel görünen bir televizyon haberiyle yıllarca yapılagelen direnişi terör kılıfına bürüyebilir.
Hulasa niyeti gizlidir. Yöntemleri insanı en çok kandıracak parametreler üzerine kurulmuştur. Aperatifleri modern ve cezbedicidir. Aleyhine söylev kolay, eylem zordur zira kokusu üstümüze, argümanları zihnimize, araçları çevremize sinmiştir.
Fakat elbette çözüm vardır. Uygulayanlar da mevcuttur. Kaleme ve levh-i mahfuza sığınmak, unutmamak, kanın senden aktığını hesap edecek empati olgunluğuna erişerek sorgulamadan imtina etmemek bir nevi kalkandır.
Aynaya bakarken mücessem bir ayet olduğunun farkına varmanın motivasyonuyla palazlansa da küfür, bitmese de zulüm inanç motivasyonuyla diri durmaktır.