Söz&Kalem Dergisi | Meryem Varol
Yemekte ağzından tek bir kelam çıkmadı. Artık yaşlanmış bu işi kaldıramıyordu. Gerçi pek bir iş yapmıyordu ama işçileri yönetmek de kolay değildi. Her gece bu barakada kalmak da cabasıydı. Zaten kesin kararını vermişti. Bu iş de teslim edilse artık burada bir dakika durmazdı. Köyüne gidecekti.
Yorgun işçilerin yüzlerine tek tek baktı. Kirli terli çehrelerinde hayata karşı bir bıkkınlık vardı. Onlarla hemen konuşmalı Sami beyin kararını söylemeliydi. Fakat konuşmaya her niyetlendiğinde vazgeçiyordu. Zaten vardiya usulü durmadan çalışıyorlardı. Şimdi onlara iki saat daha fazla çalışacaksınız diyemezdi. Bu, inşaat bitene kadar en az iki-üç ay sadece yatmaya eve gidecekler demekti. Ah ulan Sami, ne zalim adamsın! 3-4 işçi daha tut, bu garibanlara ne eziyet edeceksin. Keşke Sami’nin baba dostu olduğunu en baştan söylemeseydim. Garibanlar onu ikna edeceğim diye umutlanmazdı. Gözünü bu denli hırs bürüyen adam babasını bile tanımaz ki!
Yemekten sonra herkes kalktı. Namaz kılanlar lavaboya giderken diğerleri kulübenin dışına çıkıp birer sigara yaktı.
Sofrayı toplama sırası en genç arkadaşlarındaydı. İnşaatın bekçiliğini yapıyordu. İşini yaparken göz ucuyla yaşlı adamı izliyordu. Canı sıkkın, oflayıp duruyordu.
“Pek keyfin yok hacı dayı. Sami Bey sana ters bir şey mi dedi?” Uykudan uyanır gibi oldu.
“Hıı!” Delikanlı sorusunu yineledi.
“Yok, evladım demedi. Benim hep yaşlılıktan. İçerliyom her şeye.” Delikanlıya kaçamak baktı. Onu ikna edememişti biliyordu. Aylardır beraber kaldıkları için onu iyi tanıyordu. İlkin zamane gençleri işte ne anlar halden diye düşünse de zaman içinde iyi bir dostlukları olmuştu. Hep kitap okumasa, geceleri sohbet etseler daha güzel geçecekti de onun bütün vakti okuyarak geçiyordu. Bu genç yaşında ne çok şey bilirdi öyle, herhalde Müslüman gavur tüm âlimlerin kitaplarını okumuştu. Bazen ona gıpta ediyor bazen ukala buluyordu.
Seneye avukat olacağım inşallah, diyordu da yaşlı adam pek inanmıyordu. Nasıl inansındı, hem öğrenciyim diyor hem de okula uğramıyordu. Okula gittiği günlerde yorulur oturduğu yerde uyuyakalırdı. Böyle durumlarda genelde laf işitir ama bir şey demezdi. Yaşlı adam ona kızdıktan sonra acır, bir şekilde gönlünü alırdı.
“Oğlum sen eli kalem tutmuş, ilim irfan görmüş adamsın ne işin var bu inşaatlarda? Babam yok bir garip anam bir ben dersin. Yahu bu devlet ölmüş mü? Bu hayır vakıfları ne işe yarar, sana bakmazlar! Burs neyin vermezler?”
“Hacı dayı devlet bursu alıyorum. Vakıflara da ben gitmedim. Kaç yaşında adamım hayır hasenatla okumak istemem. Hem buranın bekçiliği zor değil. Uykusuzluk zor o da ders çalışmam için fırsat işte!” Sınavlarını geçtikten sonra çok mutlu olur artık ders çalışmazdı. O geceler gıy gıy bir müzik açar, eline bir kitap alırdı. İşte o zaman yaşlı adam hemen fırsattan istifade,
“Avkat ne okursun o kadar! Bana da bir şeyler de hele” der o da kitaplarından okur ona da anlatırdı. Bazen azarlasa da seviyordu bu çocuğu. İşçiler gitmiş yemek kalkmış çay gelmişti.
“Hacı dayı, daldın gittin yine. Bu da yaşlılıktan değil mi?” Huysuzlandı.
“Ya neden olacak? Karadeniz de gemilerimiz mi var batacak!” Elini hacının omuzuna koydu.
“Kızma!” Kitabını alıp divana geçti. Yaşlı adam kinlendi.
“Hıh! İnsan biraz ısrar eder nen var diye…” Sıkıntılı sıkıntılı nefes alıp veriyor, delikanlının sormasını bekliyordu. O da meraksız herifin tekiydi sormuyordu işte. Yaşlı adam,
“Off of yalan dünya,” deyip duruyordu. Delikanlı gülümsedi. Hacı konuşmak istiyordu anlaşılan. Kitabı kapattı.
“Anlatmasan yatamayacaksın! Hadi anlat!” bu sözü bekliyormuş gibi
“Ne anlatayım ki! Dünya diyorum ne boş ne geçici bir yer! İnsan aslı gibi… Bir balçık… Şekilsiz… Kararsız… Hangi kalıba soksan şeklini alıyor.”
“Öyle! Bunu hep duyar, okuruz ama sen tecrübe de etmişsin!” Gururlandı.
“Ettik ya! Neler gördük neler. Şu Sami’yi düşününce, dedim. Dünya ne boş! Dünya malı ne pis! İnsan desen yanardöner! Pek kolay değişiyor. Mazlum zalime çok çabuk dönüyor.” Biraz sustu. Sonra Sami beyle aralarında geçen telefon konuşmasını anlattı. Delikanlı bir şey demedi. Barakaya derin bir sessizlik çökmüştü. Çayını höpürdeterek içti. Sonra,
“Ben sana bu Sami’nin hikâyesini anlatmış mıydım?” sorusunun cevabını beklemeden devam etti.
“Babası hem köylüm hem de çocukluk arkadaşımdı. Köyde kıt kanaat geçiniyorlardı. Bir amcası vardı. Ona pek zulmederdi. Amcası alıkoymasa geliri ona yeterdi ama her sene allem eder kullem eder, hasılatın çoğuna el koyardı. Babası her sene mecburen Kayseri tarafına çalışmaya giderdi. Bir ara gitti. Bir daha dönmedi. İş kazası dediler. Biraz tazminat verip ölüsünü gönderdiler.
Babasından sonra bu sabiler neler çekti. Anası Emine amcaoğlunun nikâhına girmeyince köyü ona dar ettiler. Anam anlatırlardı. Emine tandırların yanında durur çalı çırpı toplar ekmeğe yardım edermiş. Ta ki ekmek pişince ona da bir iki ekmek versinler de evlatlarını doyursun. Sıcak ekmeği koltuk altına saklar evine koşarmış. Bu yüzden fakirin koltuk altları hep yanarmış. İşte böyle zulüm gördü Sami ve kardeşleri.” Delikanlı şaşırmıştı.
“Sonra nasıl bu kadar zengin oldular.”
“Sonrası filim gibi. Emine’nin şehirdeki dayısından ona iyi bir miras kaldı.”
“Onu da almak istemediler mi?”
“İstemezler mi? Bereket versin ki bizim köyün muhtarı, imamı niyetlerini anlayıp izin vermediler. Sami az büyüyünce kardeşlerinin hisselerini tek tek aldı. Bu şirketi birkaç ortakla kurdular. Sonra ortaklar ayrıldılar. Şimdi o tek var. Görüyorsun ne zulmediyor? Nerede o amca zulmünden feryat eden yetim, nerede bu adam! Nerede hacı dayı ben şantiyemde sadece memleketlilerimi işe alacağı, köyün sefaletinden kurtaracağım diyen adam, nerede bizi hayvan gibi görüp iki kuruş bile vermeyen Şerefsiz Sami!” Son sözleri öfkeyle söylemişti. Bir müddet sustu. Delikanlı sakin olmasını tembihledi.
“Geçen bana kitaptan okuduğun söz ne doğruydu. Gevur adam ama doğru demişti. Bu gün Sami ile konuşurken onu anladım.” Delikanlı başını salladı.
“Canavarlarla savaşan kendisinin de bir canavara dönüşmemesine dikkat etmelidir! Dipsiz, karanlık bir boşluğa uzun süre bakarsan, o dipsiz, karanlık boşluk da sana bakmaya başlar.”* Bir de şey demişti. “Zulme uğrayan zalime ayna olmamaya dikkat etsin. Çünkü mazlum zalimin tam karşısında yer alır. Onda zalime karşı korkuyla birlikte gelen bir hayranlık vardır. Bu zulmü meşru görme istidadını arttırır. Mazlumun en büyük tehlikesi budur. En büyük zalimler, zamanında mazlum olan kişilerden çıkar.” Yaşlı adam başıyla onayladı. Kederlenmişti. Sigara paketini alıp havaya aldırış etmeden dışarı çıktı.
* İyinin ve Kötünün Ötesinde, F. Nietzsche