Söz&Kalem Dergisi - Amine Çalış
Arapça’da “güç ve gayret sarfetmek, bir işi başarmak için elinden gelen bütün imkânları kullanmak” manasındaki cehd kökünden türeyen cihad, İslâmî literatürde “dinî emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslâm’ı tebliğ, nefse ve dış düşmanlara karşı mücadele vermek” şeklindeki genel ve kapsamlı anlamı yanında fıkıh terimi olarak da müslüman olmayanlarla savaş, tasavvufta ise nefs-i emmâreyi yenme çabası için kullanılmıştır. Terim manası ise, “Bezlü’l-mechudi fi husuli’l-maksud”dur; yani maksada ve belirlenen hedefe ulaşmak için gereken her türlü çabayı göstermektir.
Cihadla ilgili birçok hadis mevcut olup, bunlar hadis kitaplarında “kitâbü’l-cihâd” veya “fezâilü’l-cihâd” başlıkları altında toplanmıştır. Ayrıca kime karşı ve nasıl cihad yapılacağına dair çeşitli hadisler de vardır. Hz. Peygamber’in hayatını konu edinen siyer ve meğâzî kitaplarının bazılarında Hz. Peygamber’in veya İslâm dininin savaşla özdeş anıldığını görmek mümkündür. Bu görüntüye birçok zaman istemsiz sebep olunsa da Hz. Muhammed adeta İslâm’ı savaşarak tebliğ eden bir peygamber imajında sunulmuştur. Oysaki Hz. Peygamber, otuz üç sene süren risâlet hayatının yaklaşık on üç yıllık Mekke döneminde inananlarla birlikte çok şiddetli tazyik ve baskılara maruz kalmış; dayanılmaz hale gelen baskılar neticesinde, karşılık verme teklifinde bulunan ashabına, “Sabredin, zira ben savaşla emrolunmadım” diyerek sabır tavsiye etme yoluna girmiştir.
Medine’ye hicretten kısa bir süre sonra Müslümanlara savaş izni veren, “Kendilerine savaş açılan müminlere, savaşmaları için izin verildi. Çünkü onlar zulme maruz kaldılar. Allah onlara zafer vermeye elbette kâdirdir” (Hac,39) ayeti nazil oldu. Bu ayette, “kendilerine savaş açılması ve zulme maruz kalmaları” beyanıyla yapılacak savaş şarta bağlanarak savunma savaşı yapılması salık verilmişti. Bu sebepledir ki Hz. Peygamber dönemi yapılan savaşların çoğunluğu savunmaya yönelik savaşlardır. Bununla birlikte birçok seriyye ve gazve de tertip edilmiştir. Ancak çoğunluk itibarıyla kırk elli kişilik müfrezelerden oluşan bu küçük çaplı seferler, düşmanı caydırma amacıyla yapılmış ve mümkün mertebe kan dökmeden hasmını teslime zorlayacak stratejiler takip edilmiştir.
Hz. Peygamber’in yaptığı savaşlara genel olarak bakıldığında savaşın bir tercih değil, zorunluluk sonucu yapıldığı görülmektedir. Yaptığı savaşlarda hasımlarını tamamen yok etmeyi hedeflememiş, bilakis onların yanlış olan anlayış ve muhakemelerini zamana yayarak düzeltmeyi hedeflemiştir. Zira kendisine, “Rabbinin yoluna hikmetle, güzel sözlerle çağır. Onlarla en iyi şekilde mücadele et” (Nahl, 125) buyrulmuştur. Batılı araştırmacıların bilinçli olarak Hz. Peygamber’i savaş peygamberi olarak gösterme gayreti ve Müslüman ilim mahfillerinin bu yanlış algıyı düzeltmede yetersiz kalmaları İslâm’ın savaş dini olarak algılanmasında etkili olmuştur. Bunun neticesi olarak İslâm ve savaş kavramı adeta birbirinden ayrılmayan iki olgu gibi algılanmış, insanların zihinlerinde soru işareti oluşmasına sebep olmuştur. Aslında beşeriyet tarihine göz atıldığında görülecektir ki tüm peygamberler müşriklerle mücadelelerinde başka çare kalmayınca savaşmak zorunda kalmışlardır. Prensip olarak cihada çıkan İslam orduları bir toprak işgaline çıkmamıştır. Savaşarak cihadı her daim ikinci planda tutmaya gayret sarf etmiştir.
Cenâb-ı Hak bir ayetinde şöyle buyurmuştur: "Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın. Fakat haksız yere saldırmayın." (Bakara, 190) Bu ilâhi emir Allah yolunda, İslâm uğrunda savaşmanın ve İslâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir. Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir. Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği ayet-i kerimede bize şöyle haber vermiştir: "Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı. Hoşunuza gitmeyen bir şey hakkınızda hayırlı olabilir. Hoşunuza giden bir şey de hakkınızda kötü olabilir. Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz." (Bakara, 216)
İslâm dini Müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir. Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zalimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve Müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır. Kur`an-ı Kerim`de: "Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi. Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla Kadirdir." (Hac, 39) buyrulup meşru savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir.
İslâm, Müslümanlara yapılan saldırıların hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir: "Haram ay haram aya karşılıktır. Hürmetler (dokunulmazlıklar) karşılıklıdır. Kim size saldırırsa siz de ona misilleme olacak kadar saldırın. Allah'tan korkun ve bilin ki Allah müttakîlerle beraberdir." (Bakara, 194) Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar Müslümanların cihada devam etmelerini isteyen İslâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir. Allah Teâlâ`nın: "Antlaşma yaptığınızda Allah`ın ahdini (antlaşma hükümlerini) yerine getirin." (Nahl, 91) "Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez." (Bakara, 190) buyurması; Peygamber Efendimiz`in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, İslâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur.
Gündemimizde her daim sıcaklığını koruması gereken iman ehli Gazze halkının 7 Ekim’den bu yana ortaya koydukları cihat ile Allah’ın istediği ve Resulullah’ın ortaya koyduğu cihat pratiğine uygun olduğu hepimizin malumudur. Müslüm onurunu korumak ve en önemlisi de işgal altında olan kutsal beldeyi özgürleştirme adına başlattıkları cihat ve devamında savaş ahlakı ile ilgili hassasiyetleri tüm dünyaya ders olmuştur. Kendi Müslüman kardeşleri esir düşünce gördükleri muameleye rağmen esirlerine gösterdikleri ihtimam ancak Peyamberi metoda var olabileceğini bir kez daha kanıtlamış oldular. Göstermiş oldukları hassasiyet sayesinde dünya çapında imani bir sarsıntı ve muhasebenin baş mimarları oldular. İçinde bulundukları bunca zorluğa rağmen tavırlarında en ufak bir değişiklik olmayışı dayanaklarının kuvvetinin bir göstergesidir.
İşte bütün bu ayet, hadislerin ve Filistin halkının göstermiş olduğu tavrın ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd`in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır. Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah`a kulluk etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır. Cihad, insanları; sınıf, zümre, parti ve bütün beşerî hegemonyalardan kurtarıp Allah`ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır. Kinsiz, kansız ve mutlu bir İslâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır. Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah`a istiğfar etmesi, Allah`a yönelmesi, Allah`a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah`ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır. Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür. Cihad, gasp edilen onurları, namusları ve kutsalları geri almak için direnç göstermektir. Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir.
Rabbim bu şanlı cihatta mücahitleri ve Gazze halkını muhafaza ve muzaffer eylesin…
Selam ve Dua ile…