Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Ölümü ve hayatı yaratan Allah’ın adıyla...
Madde ile mana arasında uçurumlar açmaya çalışan modernizm, kavramları arı ve duru halleri ile değil, tahrif edilmiş şekilleri ile modern insana algılatmaktadır. Çoğu kez insanı tek yönlü bir varlık olarak ele almış ve hakikate dair ne varsa maddeleştirip somutlaştırmaya çalışmıştır. Böylece kalp gözünü yok saymış, vicdan ve idrak hissiyatını kayda almamış, manevi ve ruhsal değerleri umursamamışlardır. Bir şeyin varlığını salt kendinde görmüşlerdir. Hakikatleri, kendi absürde değerleri ile istismar eden bu akımlar, elbette ki ‘’Ölüm’’ gibi gerçekliğine tüm canlıların pratik şekilde şahitlik ettiği olguyu da istismar etmişlerdir. Bu istismarı, basit bir etno-linguistik denilen dil-kültür ilişkisinde bile görmek mümkündür. Örneğin İngilizcede ‘’Death’’ ölüm manasına gelmektedir. Fakat aynı kelime bazı sözlüklerde, son/yıkım/bitiş/tükeniş gibi anlamlara gelmektedir.
Batılı filozof ve düşünürler, ekseriyetle ölümü bir bilmece ve muamma olarak lanse ederler. Bunun iki sebebi var: Birincisi, ölümü karmaşık bir hale getirip ötesini perdelemek. İkincisi: Sahip oldukları muhtevanın ve birikimin, ölümden çok hayat üzerine olmasıdır. Yani irfani sezgiden ve hikemi idrakten yoksunluk durumu. Halbuki akleden kalp, varlığın en derin hakikati olan ölümü, belleğindeki mutlak hakikat cihetinde hisseder ve kavrar. Esas itibariyle hayatın, ölüm ve ötesi için olduğunun farkına varır. Yani ölümle ilgili modern insanın düşünce yapısını şekillendirmeye çalışanların argümanlarını kalp reddettiği gibi akıl da kabul edemez. Dolayısıyla ne Sartre’nin ölümü absürt sayması, ne Heidegger’ın ölümü karmaşalar dizini görmesi ne de Nietzsche’nin ölümü hiçlik olarak kavraması hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Yeniden doğumun, asıl varoluşun, gölgelerden kurtulmanın, oyun ve eğlenceden mütenezzih olmanın ve sadece gerçekliklerin yer edindiği bir başlangıcın adıdır ölüm. Yeni bir başlangıcın değil, ilk başlangıcın esmasıdır ölüm. Beşeriyetin sona ermesi, ruhaniyetin tecellisidir ölüm. Zevklerin, isteklerin, arzuların, maddenin ve eşyanın geçici ve fani olduğunun bir ispatıdır ölüm. Kulakları ağırlaştıran, hassasiyetlere karşı insanı duyarsızlaştıran dünya uykusundan uyanmaktır ölüm.
Tevhidin mukaddes oluşunun bir cilvesidir. Onun dışında her şey ikiye ayrılır. Ölümde öyledir. Görünüşte birliğin numunesi olan ölüm bile ikiye ayrılır: Mevt-i tabiî (doğal ölüm), mevt-i ihtiyarî (kendi tercihimizle olan ölüm) Burada, şu nasihatini hatırlarız Mefhar-ı Kainat (s.a.v)’in: ‘Ölmeden evvel ölünüz!’ Yani tabii ölümü tatmadan, biyolojik olarak ölmeden ihtiyari olarak ölünüz. Bu ihtar, nefsin heva ve heveslerinden sıyrılmayı öğütler bizlere. Yaşıyormuş gibi görünmekten teeni edip, gerçek yaşam ile buluşturur bizleri. Rabbimizin manevi şemsiyesi altında hayat sürmeyi öğretir bizlere. Ebedi başlangıca selamet üzere merhaba diyebilmek için…
Dünyada işlediğimiz amellerin hakikati ile yüzleşmenin başlangıcıdır ölüm. Ekilenlerin biçildiği mevsimle buluşmaktır. Adalet terazilerinin kurulduğu, hakların en adil şekilde taksim olunduğu, adaletin kaynağı (el-Adl)’ın huzurunda cem’ olmaktır ölüm. Hakikati tüm gerçekliği ile müşahede etmektir. Asıl yaşam evresine geçmenin, arazlardan müstağni olup cevherin künhünü kavramaktır ölüm.
Esas itibariyle insan, mürüvvet ehli bir varlıktır. Hatta Kur’an’ın ifadesi ile insan kerimdir. Böylesine değer atfedilen insan için ölümü bir son olarak görmek, naklen doğru olmadığı gibi aklen de makul değildir. Nitekim yine Kur’an’ın ve dahi biyolojinin ifadesi ile belirli safhalardan geçen, özenle ve titizlikle bir araya gelen insanın mahiyetinin bir hiçlik ve yokluğa duçar olması düşünülemez. Dolayısıyla ölümü bir başlangıç olarak kabul etmek, insanın değeri ile direk irtibatlıdır.
Ne yazık ki hedonist yaşam tarzını benimseyen modern insan, kendi değer ve tesellisini yaşamın devamlılığında görmektedir. Ölümü kendisi için bir tehdit ve çirkinlik olarak görür. Bundan sebep ölümü bir hiçlik olarak değerlendirip varlığını ve konumunu hep belirsizlikler içerisinde oluşturur. Bu anlamda ölüm üzerine modern medeniyetin söyleyebileceği bir şeyi kalmamış gibidir. Kaygı ve endişe duygusu dışında bir his de barındırmamaktadır. Bu durum insanın kerameti ve mürüvveti ile uyuşmamaktadır.
İnsan, bir fena ve zeval için yaratılmamıştır. Çünkü insandaki idrak, şuur, irade, ihtiyar ve akıl gibi istidatlar bir bekayı gösteriyor. Böylece meratıb-ı beşerin, tek bir hayat mertebesinden ibaret olmadığı gerçeği ortaya çıkıyor. İnsan, bedenen baki olmadığı herhalde çoğu kez ebediliği arzulamaktadır. İnsan fıtratında olan bu meleke, insana kendi lisanıyla seslenmektedir. Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle, ‘’Kim kendi uyanık vicdanını dinlerse ‘Ebed, ebed’ sesini işetecektir. Bütün kainat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacını dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahluktur.’’ Rabbimiz Kur’an’ı Kerimde, ölümün ve hayatın yaratılışından bahsederken bile, ölümü önceliyor.[1] Yani ebedi başlangıcın ilk basamağı olan ölümü, hayattan önce zikr ediyor. Evvela ölümü yarattığını belirtiyor. Hayatın ve ölümün yegane hikmetinin de bir iyilik ve kötülük ayrımını tespit etmek için olduğunu hikmet ve güzel öğütle bizlere bildiriyor.
Binaenaleyh, ebedi bir başlangıcın güzergahı dünyadan geçmektedir. Bir misafirhane-î kübra hükmünde olan dünya, bu güzergahın ebediyete intikal eden istikamettidir. Bu yol, hem güzelliklere, nimetlere, ihsan ve ikramlara çıkar; hem de azaplara, kötülüklere, darlıklara ve mihnetlere çıkar. Amelerimiz, fiil ve icraatlarımız ebedi başlangımız olan ahirette hasadını yapacağımız tohumlar misalidir. Dolayısıyla her fiil ve amelimizden sorguya çekileceğimizi bilerek hareket etmek zorundayız.
Rabbimiz ebedi başlangıcımızı, ‘’Ey huzura kavuşmuş insan! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak rabbine dön.’’[2] Ayetinin tecellisi ile olmasını ihsan eylesin.
Derkenar: Filistin’de, işgalcilere karşı başlatılan mücadelede şehid olan; ölümü, şehadetleri ile dirilten Aksa Tufan’ı şehidlerine, özgür Kudüs halkına ve mukaddes direnişlerine en kalbi selamlarımızı gönderiyoruz. Hürriyet arayışlarındaki bu mukavemetlerinde, kendileri için Rabbimizden tevkif ve zafer niyaz ediyoruz.