Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Hakkın ve adaletin mutlak kaynağı, el-Adl ve el-Hakk olan Allah’ın adıyla…
(Bu makale, üç yazı dizisinden oluşmaktadır. İlk bölümde, temel olarak İnsan hakları, hakk kavramı ve evrensellik konusuna değineceğiz. İkinci bölümde konumuzu biraz daha genişletip maddeler halinde İslam’da İnsan Haklarını sıralayacağız. Üçüncü bölümde ise İslam ve Batı uygarlığındaki insan hakları anlayışını mukayese edeceğiz. Rabbimizden bereketli olmasını dileriz.)
Günümüz dünyasında insanlar ve toplumlar arasında tartışılan kavramlardan birisi, hiç şüphesiz insan hakları kavramıdır. Bilimsel ve kültürel değerlerin daha fazla belirginleştiği her dönemde bu kavram gündeme gelmiştir. Fakat tarihin hiçbir döneminde bugün olduğu kadar konu edinmemiştir. Nitekim insan hak ve hürriyetleri, günümüz dünyasında son derece ihlal edilmektedir.
İnsan hakları, yaratılış bakımından eşit olan insanlık mektebinin ayrım gözetmeksizin hakkını ve hukukunu, onur ve haysiyetini muhafaza eden; mal, can, nesil, akıl ve din hürriyetini güvence altında tutan temel standartların bütünüdür. Irk, ulus, etnik köken, dil, sosyal statü ve cinsiyet farklılıklarını bir üstünlük sebebi görmeksizin, tüm insanların temel haklarını korumaktır.
İslami literatürde insan hakları konusu, Hz. Adem’e kadar dayanır. Çünkü Tevhidi dünya görüşünde insanın temel hak ve hürriyetleri, her dönemde teminat altına alınmıştır. Dahası, insanlık mektebi için gönderilen Peygamberlerin misyonlarından birisi de tüm insanların sosyal haklarını savunmak ve tastamam haklarına kavuşmalarını sağlamaktır.[1]
Kur’an-ı Kerim’deki ayetlerde, hadis-i şeriflerde buyrulan ifadelerde ve diğer muteber kaynaklarda ‘’Hak’’ kavramı, çok geniş biçimde ele alınmaktadır. Kişinin kendisine, Rabbine, diğer insanlara, doğaya, hayvana ve çevresine karşı ilişkileri, ‘’hak’’ kavramı ile belirlenmiştir. Batılın tam aksi olan hak kavramı, ‘’Gerçek, sabit, doğrululuk, bir şeye yakin etmek / muttali olmak’’ anlamına gelmektedir. Kur’an’ı Kerim’in tartışmasız en mühim sözlüğü olan el-Müfradat’a göre hak kelimesi, ‘’muvafakat ve mutabakat’’ anlamına gelmektedir. Yani bir şey üzerine gönül rızası üzerine uzlaşı sağlamak manasına gelmektedir. el-Isfehani bu tanımı yaptıktan sonra, Kur’an-ı Kerim’in temelde hak kelimesini dört ana başlıkta incelediğini belirtir. 1. Bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak icat eden; bundan dolayı hak Allah’ın bir ismi veya sıfatı sayılmıştır. 2. Hikmetin gereğine uygun olarak yapılan iş; Allah’ın bütün fiilleri bu anlamda haktır. 3. Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma, bu şekilde kazanılmış inanç, bilgi. 4. Gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş. Tüm bunlarla beraber, Kur’an-ı Kerimde 247 yerde geçen hak kelimesi, Allah’ın 99 esma-i hüsnasından birisidir.
Hak kelimesini detaylıca açıkladıktan sonra, evrensel bir beyanname olan İslam’da İnsan hakları konusunu ele alalım:
İslam’ın insan hakları anlayışı, İlahi temellere dayanmaktadır. Müslüman birey, her ferdin Allah katında hesap vereceğine iman eder. Dünya hayatında yaptığı her şeyden sorguya çekileceğini bilir. Yine kul hakkının, dünya hayatındaki en büyük günahların başında geldiğini bilir. Böylece bir başkasının hakkını ihlal etmenin zararının, en başta kendisine dokunacağını algılar.
Bu İlahi ahlakın inceliklerine vakıf olan, bu anlayışı tam anlamıyla benimseyen bir insan, anlar ki, hiçbir beşeri yasa veya kanun, insan haklarını böylesine güvence altına alamaz.
Teorik ve pratik boyutlarıyla insan hak ve hürriyetlerine en üst düzeyde önem veren İslam, insanı, İlahi ifade ile ‘’kerim/yüceltilmiş’’[2] makamda değerlendirmiştir. Öyle ki, inancı/rengi/ırkı fark etmeksizin sebepsiz yere bir insana verilen zarar, yeryüzünde yaşayan tüm insanlara verilmiş gibidir. Yine aynı şekilde bir insana yapılan iyilik, tüm insanlara yapılmış gibidir. Yani İslam’daki insan hakları, insanlık mektebinin tamamına yöneliktir, bütüncüldür. Hiçbir sosyal, ekonomik veya siyasal statüye göre belirlenmemiştir.
Peygamber-i Ekrem (s.a.v), 23 yıllık nurlu bi’set döneminde üzerinde en fazla durduğu konulardan birisi insan haklarıydı. Nitekim İslamiyet öncesi Arap toplumundaki acımasız ayrışmayı anlatan bir tarihçi, ‘’Yoksa tırnağı (gücü-kuvveti) bir insanın, ilk önce kardeşleri yer parmaklarını (hakkını-hukukunu-malını)’’ diye ifade etmektedir. Allah’ın Resulü, hak ve adaletten uzak böyle bir toplumda öylesine bir medeniyetin kurulmasına sebep oldu ki, değil insan haklarını ihlal etmek, bir karıncayı dahi incitmekten kaçındılar. Peki, geçmiş dönemlerde ‘’ideal-aydın toplum’’ hayali kuran, bu uğurda onca düşünce teorisini geliştiren Roma, Yunan, Mısır, Çin vb. gibi bölgelerde yaşayan bilgin ve filozoflar, her türlü bilgisel birikimlerine rağmen neden insanlık mektebinin derdine derman bir medeniyet kuramadılar? Elbette ki bunun en önemli cevabı; İlahi emirlerden uzak ve vahiyden yoksun olmalarıdır. Örneğin, Peygamber efendimizin insan hakları, adalet ve hukuk üzerine buyurduğu yüzlerce hakikati bir yanda tutsak, sadece İlahi hakikatleri beyan eden şu birkaç hadisi şerife göre insanlık mektebi kendisine bir nizam vermeye çalışsa, hiç mümkün olur mu ki bir insanın hakkı zayi edilsin?
-“Bütün insanlar Adem’den; Adem de topraktan yaratılmıştır. Bilmelisiniz ki, cahiliye devrine ait olup, iftihar vesilesi yapılagelen her şey, kan ve mal davaları, bunların hepsi, bugün, şu ayaklarımın altındadır ve kaldırılmıştır...” (Ahmed bin Hanbel, Müsned)
-"Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden zarar görmediği kimsedir. Mü'min de, halkın, can ve mallarını kendisine karşı emniyette bildikleri kimsedir." (Buhari)
-“Arap’ın, Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha ve siyahın da beyaza, takva dışında üstünlüğü yoktur.” (Acluni)
-“Sizden evvelki milletlerin mahvolmalarının sebebi şudur ki, içlerinden şerefli bir kimse hırsızlık edince onu cezalandırmazlar; zayıf birisi hırsızlık edince kanunu tatbik eder ve onu cezalandırırlardı. Allah’a yemin ederim ki, Muhammed’in kızı Fatıma da hırsızlık etse, elini ben keserdim ve cezasını uygulardım.” (Buhari)
*
Evrensel bir beyanname olan İslam’da insan haklarının şu özelliğe, nev’ine münhasırdır:
İslam’daki hakların, hem hukuki hem de dini mahiyete bir önemi vardır. Bu haklar, İslam hukukçusu tarafından bir hukuk/kanun kuralı olmasıyla birlikte aynı zamanda bir Dini kuralıdır. Dolayısıyla İslam’a göre insan haklarının ihlali demek, hem suç hem de günahtır. Günümüzdeki yapay/beşeri hiçbir hukuk yasasında böyle bir hassasiyet yoktur. Sözgelimi, kişi en büyük suçu işlese de kendisinin sadece dünyevi bir cezası vardır. Örneğin, haksız yere bir insana eziyet etmek Batı hukukunda suçtur, fakat günah değildir. Fakat İslam’a göre bu fiil, hem suç hem de günahtır.
İslam hukukunda insan hakları başlangıcından beri evrensel mahiyettedir. Veda hutbesinde Efendimiz (s.a.v) bütün insanları muhatap almış ve “Ey İnsanlar!” diye sözlerine başlamıştır. Pek çok ayet ve hadiste “Ey İnsanlar!” diye başlar ve bütün insanlığı muhatap alır. Batıda ise insan hakları her ülkenin kendi sınırları içerisinde ortaya çıkmış, ancak konumuz olan İnsan Hakları Beyannamesi ile bütün insanları kuşatacak hale gelmiştir.
İnsan haklarının İslam dünyasında ve Batı ülkelerinde gösterdiği gelişme seyri de farklı olmuştur. İslam dünyasında insan hakları daha Hz. Peygamber’in döneminde ayet ve hadislerle tespit edilmiştir. Günümüzde dünya ülkelerinde kabul edilen insan hakları on dört asır önce İslam dini tarafından tespit edilmiştir. Müslümanlara düşen ayet ve hadislerde yer alan insan haklarını yaşadıkları dönemin medeniyet seviyesine göre uygulamak olmuştur.
Batıda ise insan haklarının bugünkü hale gelmesi çok sancılı dönemlerden geçilerek mümkün olmuştur. Batıda insan hakları İslam dünyasında olduğu gibi başlangıçtan itibaren bugünkü haliyle kabul edilmiş değildi. Yazı dizimizin devamında da bahsedeceğimiz 1215 tarihli Magna Carta’da insanlara kısmi bazı haklar verilmiştir. Fakat daha sonra 18. Yüzyılda İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri ve Fransa gibi ülkelerde temel insan hakları metinleri kabul edilmiş, günümüzdeki anlamıyla insan haklarının kabulü ise 1948 tarihli Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi ile olmuştur. Tabi Batı menşeili olan İnsan Hakları sözleşmeleri, İnsanlık mektebinin umumuna göre değil, Batı toplumu esas alınarak hazırlanmıştır. [3]
Devamı gelecek…