Söz&Kalem - Furkan Aslan
Vacibül Vücut olan Rabbimizin adıyla… O ki (c.c) evreni, bir ahenk üzere yoktan var etti. Her yaratığını kusursuz, her işini hikmetli ve her takdiratını bir celal, cemal ve kemal üzere kıldı. Salat ve selam, alemlerin kendisiyle müşerref olduğu Nur-u Muhammediye’nin üzerine olsun.
İslam düşüncesi, bireyin İslam’ın hayat veren sahih mesajındaki insan, evren, hayat gibi temel konuları ‘’İlahi Vahiy’’ merkezli ele alması anlamına gelmektedir. Teşekkül süreci ile birlikte Felsefe, Kelam, Mantık gibi ilimlerin de doğuşuna sebep olan İslam düşüncesi, İslam kültür müktesebatının çok büyük bir bölümünü kapsamaktadır. Öyle ki; tefsir, fıkıh, hadis gibi İslami ilimler dahi bu geleneğin semeresinden etkilenmiş ve alt başlık anlamında çeşitlilik kazanmıştır.
Ortaya çıkış tarihi ile ilgili kesin olarak bir şey diyemesek de genel anlamda miladı 7. yy’da belirginleşmeye başlayıp yine miladi 8. yy içerisinde sistematik bir form elde etmiştir. Zamanla ‘’İslam Felsefesi’’ kavramını da kendisiyle özdeş tutacak olan İslam düşüncesi, yukarıda belirttiğimiz İslami ilimler ile birlikte; Mantık, Felsefe, Kelam, Botanik, Gökbilimi, Tıp, Jeoloji, Kozmoloji, Cebir, Kimya, Fizik gibi bilimsel alanlarda çok büyük keşifler yapmış, bilimleri ilerletmiş, sanatları geliştirmiş ve zanaatları ileri seviyeye taşımıştır. Yazımızın asıl konusu Bilim Tarihi olmadığı için bu başlıklara detaylı değinemeyeceğiz. Fakat dileyenler, sadece İbni Sina, İbni Rüşd, Cahız, Biruni gibi isimleri araştırsalar dahi İslam düşünce ufkunun, uçsuz bucaksız olduğunu göreceklerdir. Kaldı ki, bu isimlere muadil olabilecek başka bilginlerimizde vardır.
Peki, böylesine üstün bir müktesebatın oluşmasına sebep olacak asıl kaynak nedir?
Özgür düşünceye izin veren, bilimsel ve fikri üretimi destekleyen, farklı kültür ve medeniyetlerden istifade etmenin önünü açan bir öğretinin referansı ne olabilir?
Bu memba, nasıl bir aksiyondur ki insanlık tarihinin seyrini değiştirecek envaı çeşit keşif, buluş, icat ve gelişimin oluşmasına öncülük ediyor?
Yine bu kök, nasıl sağlam bir zemine bağlıdır ki, insanların öteden beri iştigal ettiği zan/şek/şüphe/tereddüt/totem/tabu/büyü/sihir/efsun/teori gibi hiçbir şekilde sahih bilgiden yana bir şey ifade etmeyen; yalnızca gelenek ve akıl etmeyen ataların algılarından oluşan hurafelerin tam merkezinde yer almasına karşın; böylesine sahih/tutarlı/kümülatif/ /hakiki/özgün/gerçekçi bir geleneğin oluşmasını sağlıyor?
Şimdi, siz okurlardan ricamız; metnin burasından sonra okumayı bırakıp kendi tefekkür aleminize yönelin ve bu sorgulamaları kendiniz tefakkuh ediniz…
*Şimdi sizleri kendi düşünce dünyamızdaki tahkikleri incelemeye davet ediyoruz…
İnsanlık mektebi, ilk yaratıldığı andan itibaren kendisine bilgi verilmişti. Atamız Hz. Adem’e öğretilen ilk şey, esma/isimler yani bir bakımdan varlığı tanımlayan bilgilerdi. Akabinde kendisine indirilen sahifeler, ilk insanlık toplumunun yaşam kılavuzunu belirliyordu. Böyle başlamıştı tevhid eksenli bilginin sudur süreci. Daha sonra Allah’ın azim sahibi elçileri ile bu berrak mesajlar gelmeye devam etmiş ve Peygamber-i Ekrem’e indirilen Kur’an’ı Kerim ile bu mesajlar dizini kemale ermiş ve noktalanmıştır. Nitekim konulan nokta, kıyamet sabahına kadar yeryüzünde yaşayan tüm insanlara, bitkilere, hayvanlara ve varlıklara dair yetecek şekilde programlanmıştı.
Evrenin yapısından, insanın yaratılışına; yıldızların varlığından, gök cisimlerinin yörüngelerine; bitkilerin incelenmesinden, hayvanların hikmetine; gece ile gündüzün deveranından, iklimlerin oluşumuna; geçmiş kavimlerin yaşadıklarından, gelecek kavimlerin yaşayacaklarına; hukuksal düzenlemelerden, idari kurallara; ahlaki değerlerden, kültürel öğelere… Hülasa, fiziksel ve metafiziksel öğelere dair ontolojik (varlıkbilim), epistemolojik (bilginin doğası) ve metodolojik (yöntembilim) tüm bilgiler, sahih ve mutlak manada ilk kez Kur’an- Kerim’de ele alınmıştır.
Elbette Kur’an-ı Kerim’den önce de geçmiş toplumlar arasında bir bilgi disiplini mevcuttu. Fakat bu, genellikle zan ve sanıdan ibaretti. Dahası, sürekli değişmekte ve birbirini tekzip eden malumatlar idi. Sözgelimi, bilim ve felsefenin çıkış yeri olarak belirtilen Antik Yunan’daki tüm fikirler, kişisel kanaatlerden oluşmaktaydı. Bu kanaatler, sürekli değişime uğramakta ve bir türlü bilginin arı-duru haline ulaşamamaktaydı. Hayatını, birkaç dönemde incelediğimiz filozofların düşün serüvenlerindeki farklılık ve çoğu kez de tutarsızlık buna bir örnektir.
Fakat Kur’an’ın vahiy pınarındaki bilgi sisteminin durumu apayrıdır. Her şeyden önce, takribi 6236 ayetten oluşan tüm metinler, büsbütün birbiri ile tutarlıdır. Aralarında hiçbir çelişki, tenakuz ve uyumsuzluk yoktur. Görünürde tamamıyla birbirinden farklı konuları içerisinde barındırmasına rağmen, olaylar arasındaki dizinde hiçbir tutarsızlık yoktur. Nüzulünden itibaren, pek şedit ve muannid ve dahi edip-şair muarızları olmasına rağmen, -muallakat-ı seb'a gibi- hiçbirisi bu şems-i ezelinin nuraniyesine bir zarar verememiştir. Yalnızca biz Müslüman öğretiye göre değil, tüm tarihin şehadeti ile durum böyledir.
İşte İslam düşüncesi, Kur’an’ın feyzinden aldığı böylesine sahih ve berrak bir bilgi sistemi ile müktesebatını inşa etmiştir. Sahip olduğu derinlik, oluşumuna öncülük ettiği akımlar, yüzyıllarca bilim ve felsefe açısından Batı’ya etki etmesi, günümüzdeki onca teknolojik gelişmelere rağmen halen seviyelerine ulaşamayışımızın asıl sebebi budur. Kendi çağlarında, Kur’an’ın aziz mesajına olan ittibaları, kendilerini yüzyılların ötesine taşıdı. Bu ittiba, elbette ki salt manevi olarak okuyup hayır elde etme muradı değildir. Kur’an’ın mesajını, çağlar ötesine taşımaktır. Bu ise Kur’an’ın emrine tamamen uygun bir yaklaşımdır. Öyle ki, Kur’an çoğu yerde bizatihi muhkem olarak bu konuya işaret eder. (2/Bakara 44) (2/Bakara 164) (8/Enfâl 22) (29/Ankebût 35) (Zümer, 18)
Bu düşüncemizi tasdik eden, İslam düşünürlerinden S. Hüseyn Nasr, şöyle söylemektedir:
‘’Kur’an, İslam’da bilginin kaynağıdır. Yalnızca metafizik, ahlak ya da fıkıh alanında değil, belirli başlı bilgi disiplinlerinde de durum böyledir. Üstelik Kur’an’ın İslam felsefesi ve biliminin gelişimindeki rolü de küçümsenemeyecek ölçüde büyüktür. Bütün İslami-zihni çabalara kaynaklık eden temel yapı, yine Kur’an’ı Kerim’in kendisidir.’’ (Aü, Kur’an’da Temel Kavramlar, Birleşik Yay. 1999)
Bir diğer husus, Kur’an’ın rehberliğinde müşahede edilen varlık; camid, şuursuz, ruhsuz ve sebepsiz değildir. Dahası, varlık; sağır tabiat, kör kuvvet ve sersem tesadüfün de eseri olmaz. Varlığın vücuda gelmesi, mevcudatın birbirini tamamlayan konsepti ancak ve yalnızca hayat, ilim, kudret, basar, sem’i ve tekvin gibi sıfatlara sahip bir varlığın oluşunu zorunlu kılmaktadır. İşte bu varlık, varlığı sürekli lazım gelen ve nihayetsiz tasarruf sahibi olan Rabbimizdir. Varlığın başlangıcından, nihayetine kadar her şeyi aziz ve mubin kitabında belirten Rabbimiz, mukkades mesajında belirttiği konuları okuyanlar, düşünenler ve akledenler için bir ufuk, feraset, basiret dosdoğru bir yol kılmıştır. Aksi halde, bir İlahı kabul etmeyen, O’nun buyruklarını mutlak hakikat olarak görmeyen; kendisine hiçbir fayda sağlamayacak zerreler adedince ilahları kabul etmesi gerekir. Üstelik, mütenahi olarak akılsız başına kabul ettirdiği bu ilahların her birisinden, farklı farklı buyrukları, emirleri kabul etmek zorunda olacaktır.
Tam bu noktada İslam düşünce geleneğini teşekkül eden eşhasın elde ettiği verileri, çoğunlukla Tevhid eksenli dünya görüşünün Vahiy merkezli olgusundan yararlandığını görmekteyiz. Mevlana’nın, Mesnevisinde vurguladığı ‘’Pergel’’ metaforu ile konumuzu izah edersek; Kur’an’ı Kerim’in eşsiz bir nur, bilgi hazinesi ve dosdoğru yolun kılavuz olduğu hakikatinin farkında olan bilginler, Kur’an’ı Kerim’i kendileri için pergelin sabit ayağı olarak görmüşlerdir. Bu sabiteden müstesna bir şekilde istifade edenler, pergelin diğer ayağı ile yüzlerce yıl sonrasını bile aşan gelişmelere öncülük etmişlerdir. Nitekim sabitenin değerini iyice belleyip rehber edinenler, pergelin diğer ayağı ile çağlar üstü mesajlar verebilmişlerdir.
Tekrardan düştüğümüz yerden kalkmak, küllerimizden yeniden doğmak; insan, toplum ve bütün bir aleme fayda sağlamamızı yeniden imar etmek için Vahyin, hakikat-i mutlaka olan mesajına büsbütün yönelmemiz dileğiyle…