Söz&Kalem Dergisi - M. Furkan Aslan
Muvahhitleri, karanlıklardan aydınlığa kavuşturan Allah’ın adıyla…
İnsanlık mektebi, vücuda geldiği ilk günden itibaren sürekli bir toplumsal hayat ile deveran etmiştir. Alemlerin Rabbi olan Allah, bu toplumların ıslah, ihya ve irşadı için sürekli elçiler göndermiştir. Hidayet kandilleri olan Peygamberler, Nübüvvet makamından aldıkları emsalsiz istidatlar ile toplumsal huzurun tesisi için devamlı insanlığa doğru yolu göstermişlerdir. Allah’ın elçileri, –tamamına salat ve selam olsun- bu uğurda çektikleri eziyet ve zahmetlere katlanmışlar, imtihanlara tabi tutulmuşlar fakat yine de hakikat münadisi olmaktan taviz vermemişlerdir.
Bunun yanı sıra şeytan ve aveneleri de insanlığın zararına olacak, toplumsal nizamı tehdit altına alacak bir çok habis yöntem ile insanlık mektebini dumura uğratmak için dessas vesveselerde ve telkinlerde bulunmuşlardır. Gerek varlık aleminin bir parçası olan imtihanlar, gerekse de çeşitli ilahi takdiratlar gereği bu hak ve batıl mücadelesi kıyamet gününe kadar sürecektir. Bizde bu yazımızda, şeytani bir tuzak olan Kapitalist işgalin üç temel aygıtı olan ‘’tüketim, marka ve moda’’ üzerinde duracağız…
Kapitalizm, kavram olarak sermaye (capital/e) ya da üretim araçlarını tahakküm altında tutmak. Pratikte ise ferd ve cemiyetin emeğini sömüren, hakkını gasp eden ve bir metaya dönüştürmeye çalışan sistemdir. Düşünce, irade, akıl ve mantık gibi bir çok ulvi ve ender yeteneğe sahip insanı, salt üreten veya tüketen olarak tanımlayan bu sistem, ekonomik ve iktisadi bir işgalin yansımasıdır. Kökü binlerce yıllık geçmişe dayanan bu anlayış, insanı en başından yanlış tanımlamıştır. Hatırlayalım; bilim, sanat ve felsefenin membaı sayılan Atina’da, en meşhur filozoftan dahi şu ses duyulur: ‘’İnsan, ekonomik/iktisadi bir hayvandır.’’
Toplumsal işgalin en önemli nedeni sayılan kapitalizm, her alanda bireyi kıskacı altına almaya çalışmaktadır. Örneğin, kapitalist sistem, birinci aşamada üretim araçları yoluyla bireyi sürekli üretmeye sevk eder. İnsani niteliklerini görmezden gelerek makineleştirmeye çalışır. Üstelik, bireyin sürüklendiği bu yoğun iş gücüne rağmen emek ve hakkını sömürür, çabasının karşılığını tam olarak vermez.
İkinci aşamada da bireye verdiği cüz’i ödenekleri, ‘’tüketim, marka ve moda’’ gibi popüler dayatmalar ile yine kendi kurduğu çarka akıtır. Her halükarda bu sistemde toplum zarar etmiş, sayısı milyonları bulan insan toplulukları sadece birkaç kişinin refah ve konforu için cehd etmiştir.
Gelelim kapitalizmin bu üç işgalci tuzağını tanımlamaya…
1-) Tüketim:
İnsan, doğası gereği fizyolojik yönü itibariyle tüketmek zorundadır. Yeme, içme, örtünme, barınma gibi gereksinimler, insanın temel ihtiyaçları kapsamında değerlendirilmektedir. Kur’an’ı Kerim’e göre, israf edilmediği sürece de bunda herhangi bir beis yoktur.(Araf, 31)
Fakat kapitalist işgal anlayışı, tüketim kültüründe hiçbir sınır tanımamaktadır. Bu anlayışta, yaşamak için tüketmek değil, tüketmek için yaşamak algısı hakimdir. Yani kişinin varlık sahasındaki asıl hedefi, ne idüğü fark etmeksizin tüketime köle oluşudur. Burada temel amaç zaruri ihtiyaçlar değil değil, nefsani arzuları tatmin etmektir. Gözün gördüğü her şeye sahip olma istediğidir.
Bu saplantı, bireyi, Üstad Bediüzzaman’ın Onyedinci Söz’ün İkinci Makamında ifade ettiği şu noktaya kadar götürmektedir: ‘’(lüzumsuz anlamda) İhtiyaç dairesi, nazar (göz/bakış) dairesi kadar büyüktür, geniştir. Hatta hayal nereye gitse, ihtiyaç dairesi dahi oraya gider. Orada da hâcet vardır. Belki her ne ki elde yok, ihtiyaçta vardır. Elde olmayan, ihtiyaçta vardır. Elde bulunmayan ise hadsiz." Hal böyle olunca birey, sürekli arzu, heva ve nefsin isteklerini yerine getirmeye çalışmaktadır.
Kapitalist işgalin tüketim anlayışında maddeyi/nesneyi tüketmek, toplumda kabul görünen bir kültürün parçası gibidir. Söz gelimi hiç ihtiyaç olmamasına rağmen suni kültürde rağbet gören her nesne, kutsalmış gibi görünür. Dahası çoğu kez beşer ürünü edna bir nesne, meta fetişizmine dönüşür. Sıradan bir nesneyi elde etme arzusu, kişide tabuya halini alır. Maddeye, hakkedişinin çok üstünde bir anlam yüklenir. Tam bu noktada kişi, ister istemez materyalist/maddeci bir düşünceye sahip olur. Dolayısıyla kapitalist işgalin tüketim anlayışının materyalizme evrilmesi kaçınılmazdır.
Örneğin, ne yazık ki günümüz toplumunda zaruret ve gerekliliği olmamasına rağmen telefon değiştirmek için bir üst modelinin çıkması, bir elbiseyi çöpe atmak için küçük bir söküğünün olması yetiyor. Yine maalesef ki, bir metayı almak için reklamının iyice yapılması, hele ki yakın çevreden birilerinin onu alması kafi geliyor. İşte bu durumlar, kapitalistlerin ürettiği tüketim anlayışının, içerisinde bulunduğumuz topluma yaymasının neticeleridir.
Bu algıları değiştirmek bizim elimizde. Nitekim bilinçli, mutedil ve kanaatkar bir tüketim anlayışına sahip olmakla mükellefiz.
2-) Marka:
Marka, herhangi bir ürünü tanıtan, benzerlerinden ayıran resim, logo, harf veya kelimelerden oluşan bir özel tanımdır. Bir kurum veya kuruluşun, özgünlüğünü belirttiği bir semboldür.
Belirtilen tanımdan başka bir anlamı olmayan marka, ne yazık ki günümüzde ciddi bir anlam taşımaktadır.
Popüler kültürden etkilenmiş birey için bir şeyin markası, içeriğinden daha önemlidir. Mesela bir nesne aşağı-yukarı aynı kalitede bulunsa ve iki ayrı marka tarafından satışa sunulsa, kuvvetle muhtemelen markası daha bilindik, reklamı daha çok yapılmış ve gösterişe daha uygun olan, yani fiyatı da daha yüksek olan tercih edilir. Bireyler, sırf bu yüzden borç gibi ağır bir yükün altına girmekte veya daha da kötüsü faizi göze alarak kredi kartları üzerinden alımı gerçekleştirmektedir. Yani birey, ciddi emekler vererek elde etiği kazancını, bir markanın etiketine feda etmektedir.
Literatüre ‘’Marka Takıntısı’’ olarak da geçen bu husus, kapitalist işgalin yapı taşını oluşturmaktadır. Bireyleri markaya yöneltmek, imkanlarının üzerinde bir şeyler almalarını sağlamak ve bunu kişiyi faize alet edecek şekilde kredi kartı vb. şeyler üzerinden gerçekleştirmek…
Kapitalizmin tüm öyküsü bundan ibarettir. Her şartta bireyi kandırmak ve aldatmak…
Tüm bunları, bir ambalaj, etiket, sembol, harf, kelime, motif veya resme karşılık yaptırmak…
Ve üstelik, bu tuzağa düşenlerin geçici bir mutluluk hissiyatıyla güzel bir şey yaptıklarını zannetmeleri.. Elbette ki burada şu ayet-i kerime aklımıza gelmektedir:
‘’…şeytan onlara yaptıkları kötülükleri güzel gösterdi..’’ (Nahl, 63)
3-) Moda:
Moda, belirli eşya, nesne veya tasarımların geçici süreliğine bir toplumun hayatına girmesi demektir. Kapitalist sistem, sanayileşmeyi sürekli artırması ile pareler, tüketim modellerinin de devamlı değişmesini istemektedir. Bundan ötürü kapitalist işgal unsurları tarafından toplumların başına, ‘’Moda’’ diye bir bela dayatılmıştır.
Kapitalizmin moda anlayışı, genellikle toplumların kültürel yönü, değer yargıları ve İslami yaşamları ile örtüşmeyen biçimde üretilmektedir. Nitekim marka başlığında da belirttiğimiz gibi kapitalizm, bir hamle ile birden fazla amacını gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bu hususu da bir örnekle pekiştirebiliriz:
Yeni üretilmiş bir çantanın reklamını yapan kapitalistler, öncelikli olarak eski çantaları kötümser mesajlar verirler. Devamında, bu çantanın günün şartlarına en uygun çanta olduğunu iddia ederler. Markasından ötürü bu çantanın kaliteli olduğunun vurgusunu da yaparlar. Dahası bu çanta, gerek üzerindeki motifler gerekse de tasarımı açısından hiçbir şekilde sizin kültür ve değer yargılarınız ile uyuşmayabilir. Bu da pek önemli sayılmaz. Çünkü önemli olan, şu anda bu çantanın moda veya başka bir deyişle trend olmasıdır.
Böylece adına ‘’moda’’ dedikleri olgu, tüketim çılgınlığının en önemli sebeplerinden birisi olur.
Dahası, kapitalist işgalciler, moda yoluyla bir toplumun emeğini sömürmekte, geçmiş ile arasındaki kültürel bağları kesmektedir. Ayrıca moda vasıtasıyla bir toplumu ifsad etmektedirler.
İçerisinde bulunduğumuz toplumda ne kadar ahlaki, sosyal ve düşünsel saplantı varsa hemen tamamı kapitalist işgalcilerin moda/tasarım yoluyla bize dayattığı etkenlerden kaynaklanmaktadır.
Hülasa:
Kapitalist hegemonyanın işgalci anlayışına teslim olmak, dünya ve ahiret saadetimizi zedelemektedir. İslam’da tedavülün asli ilkesi, helal ve temiz yoldan elde edilip yine helal ve temiz yolda harcanmasıdır. Tüketim unsurlarına köle olmuş bir birey, bu iki ilkeden birisini mutlaka ıskalar. Bu ise kendisi için felaket sebebi olur. Ayrıca kapitalist sisteme tabi olmuş bir birey, İslam’ın sosyal ilkelerinden zekat, fitre, infak ve sadaka gibi müstesna amellerden de uzak kalmış olur. Çünkü bu habis kapitalist sistem, son derece bencil ve çıkarcıdır. Vermeye değil, sürekli almaya yöneliktir. Halbuki İslam’ın sosyal hayatı da içerisine alan dünya görüşünde veren al, alan elden çok daha hayırlıdır.
Rabbimiz! Bizleri, neslimizi ve ümmetimizi, ifsadın her çeşidinden muhafaza eyle!