Söz&Kalem Dergisi - Amine Çalış
Bir gün Resulullah Efendimiz (sav) devesinin üzerinde, arkadaşları da O’nun önünde yürüyorlardı. Muaz bin Cebel:
“–Canım Sana feda olsun, ya Resulallah! Cenab-ı Mevlâ’dan niyazım, bizim emanetimizi Sen’den önce almasıdır. Allah göstermesin, eğer Sen bizden önce vefat edersen, Sen’den sonra hangi ibadetleri yapalım?” diye sordu.
Resulullah Efendimiz bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muaz:
– “Oruç tutmak, zekât vermek mi?”
Resulullah Efendimiz “Oruç tutmak, zekât vermek güzeldir” dedi.
Muaz, bu minval üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasul-i Ekrem her defasında:
- “İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” diyordu. Hazret-i Muâz:
– “Anam, babam sana kurban olsun ya Resulallah! İnsanlar için bunlardan daha hayırlı ne olabilir?” diye sordu.
Efendimiz ağzını gösterdi:
– “Hayır konuşmayacaksan sus.” buyurdu. Muâz:
– “Ya Resulallah! Konuştuklarımızdan dolayı hesaba mı çekileceğiz?” diye sordu.
Bunun üzerine Resulullah Efendimiz,
– “Allah hayrını versin Muaz! İnsanları yüzüstü Cehenneme sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki? Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun’’ diye buyurdu. (Hâkim, IV, 319/7774)
Bir hususa işaret edelim ki hayır söylemek veya sükût eylemek, imanın aslının değil, olgunluğunun göstergesidir. Hadisimizin ifadesi, ya doğru konuşmak veya susmak konusuna son derece dikkat edilmesini tembih maksadına yöneliktir.
Gelelim derdimiz, yaramız olan mevzuya.
Günümüzde demirin, madenlerin ve teknolojinin terakkisi medeniyet zannediliyor. Hâlbuki medeniyet, insani değerlerle olur. Teknik ve teknolojik terakkiler ise, insan meziyetlerini geliştirmemiş, bilâkis insanın fıtratını değiştirmiştir. Sanayinin, teknolojinin gelişmesinin neticesinde insanlar hodgamlaştı, bencilleşti. Sadece kendini düşünür hâle geldi, ahireti unuttu, hayâyı, iffeti, güzel ahlâkı, mahremiyet gibi haslet ve hususiyetleri değiştirdi. Her şeyde olduğu gibi modern hayatta gıybet de şekil değiştirdi. Gerçek hayattan sosyal medya zeminlerine sıçradı. Ama statüsü aynı kaldı. Çünkü gıybeti internet ortamına taşımak, gıybeti gıybet olmaktan zerre çıkarmadı.
Sosyal medyanın dilinin hiçbir tasası, yasağı yok. Bir ağızdan çıkıp bin dile yayılıyor. Yalan ya da yanlış bir ağızdan çıkıyor ve binlerce ağızdan dünyaya yayılıyor. Hem de dönüşü, düzeltilmesi olmayan bir yayılma. Eskiler dilimize sahip çıkalım diye “Dilin kemiği yok” demişlerdi. Şimdilerde ise klavye kahramanlarının, tuşlarının vicdanı yok. Öncesini ve sonrasını düşünüp tartmadan insanların onurları harcanıyor.
Bir dedikodu fırtınası yüzünden nice insanın haysiyeti ile oynanıyor. Aileler, vakıflar, dernekler töhmet altında bırakılıyor. Cami imamları arkalarında namaz kılınamayacak hale getiriliyor, ulemaya hakaretler yağdırılıyor, kadınların iffetleriyle oynanıyor… Ümmet-i Muhammed’in iman edenlerinin, birbirinin onur ve iffetlileriyle bu kadar kolay oynanabileceğine bir anlam verilemiyor. Cehaletin iliklerimize kadar işlediği aşikardır. Allah için siz söyleyin her gördüğünü yaymaktan daha büyük hata var mıdır? Ya da uzmanmış gibi her konuda yorum yapmaktan başka. Kendimizi Google Chrome olarak mı görüyoruz da her şey hakkında fikir beyan ediyor, hatta bunu kendimize had biliyoruz.
Rabbimiz “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” (Hucurat, 6) diye buyuruyor. Peki sosyal medyada bu yasak geçerli değil midir? Eğer geçerliyse nedir o gelene geçene yazdıklarımız. Peki yazılanlar doğru değil, uydurma ve iftira ise kiminle helalleşeceğiz? Hele bu basın yoluyla yapılıyor ve geri dönüşü mümkün olmayan bir söz veya metinse hesabını nasıl vereceğiz?
Rabbimiz bir diğer emrinde ise “Ey iman edenler, zandan çok kaçının; çünkü zannın bir kısmı günahtır. Tecessüs etmeyin (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin gıybetini yapmasın (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah’tan korkup-sakının. Şüphesiz Allah, tövbeleri kabul edendir, çok esirgeyendir.” (Hucurat, 12) buyuruyor. Bu ayetler sosyal medyayı kapsamıyor mu sanıyoruz? Bu mecralarda onun bunun arkasında söylenenler gıybetin ta kendisi değil mi? Hatta bir kısmı iftiradır bile. İftira da gıybet de suçtur. İftiranın da gıybetin de cezası bellidir. Bu işler sosyal medyada klavye başında yapılınca hesabı sorulmayacak mı sanıyoruz? Yoksa “O gün dilleri, elleri ve ayakları, yapmış olduklarından dolayı aleyhlerinde şahitlik edecektir.” (Nûr, 24/24) ayetini inkâr mı ediyoruz.
Ayetler alenen ortadayken biz hep aksini yapma hususunda bir çabanın içerisinde oluyoruz. Ve bizler, böyle bir hengâmede temiz toplum, idealist bir gençlik, bilinçli, şuurlu bir nesil hayalleri kurarak kendimizi avutuyoruz. Kulaklarımızın, gözlerimizin, ellerimizin, dillerimizin ve kalplerimizin şerrinden Allah’a sığınmalıyız. Bilmeliyiz ki, gıybetin, hasedin, kötülüğün, yalan ve iftiranın, haksız yönlendirme ve suçlamaların olduğu yerde; kardeşlik, ihlâs, samimiyet, rahmet ve bereket, güven ve emniyet, sevgi ve fedakârlık yoktur. Bu güzel hasletlerin olabilmesi için takip ettiğimiz kişileri daha titizlikle seçmeli, bu mecralarda güvenilir ve başarılı platformlara ön ayak olmalıyız. Gerçek hayatta olduğu gibi sosyal platformlarda da herhangi bir müminin onuru korumayı kendimize borç bilmeliyiz. Gıybetin ölü kardeşinin etini yemek olduğunu unutmamalı yeni kılıflar ile azaptan kaçabileceğimiz zannına kapılmamalıyız. Birbirimize karşı hüsn-ü zan yapmak zorundayız. En önemlisi de internetin çıkmaz sokaklarında kaybolmamalıyız. Peygamberimizin tavsiye ettiği gibi ya hayrı söylemeli ya da susmalıyız.
Temennimiz ve duamız odur ki; Sosyal medya ortamları, sosyal afetimiz, ahiret felâketimiz olmasın...! Eskilerin söylediği gibi “Dil ile düğümlenen, diş ile çözülmez.” Peki sosyal medyada böyle bir duruma düşersek bunu söyler miyiz: “Dilim seni dilim dilim dileyim, başıma geleni senden bileyim.”